Gelişen ekonomilerin izledikleri evrimsel patika olan
sanayileşme – sanayisizleşme ve yeniden sanayileşme süreçlerine göz attıktan
sonra günümüzde küreselleşmenin ne boyutta olduğuna ve salgının küreselleşmiş
dünyaya etkileri konusuna bakalım…
Ülkeler böyle bir kriz durumunda ileri seviyede küreselleşmiş
olmanın ne denli büyük riskler taşıdığını anlamaya başladı. Verim esaslı
‘Laissez faire’ anlayışının küresel ağın kesildiği bir kriz ortamında sistemi
nasıl birden kötürüm bırakabileceğini görebiliyoruz. Kriz, sanayide ekonomik daralma
ve işsizlik neticesi yaratırken, birincil önem arz eden tarım ve hayvancılıkta
(önce bir karnımız doymasın mı?) bunun hayati sonuçları olabileceği bir kere
daha anlaşılmış oldu. Ülkeler, öncelikli olarak tarım ve hayvancılık ürünlerini
acil önlem planı çerçevesinde ihracata kapattı. Kendine büyük ölçüde yetebilen
ülkeler, krizi daha rahat göğüsleyecek gibi gözüküyor.
COVID-19 krizi sonrası, global yiyecek tedarik zinciri büyük
ölçüde yara aldı, dolayısıyla yerel üretim önem kazandı. Kriz, gelişmekte olan
ülkelerin yeniden sanayileşme politikalarına, buna ilave olarak yerel tarım ve
hayvancılık teşviklerine ivme kazandırma ihtimalini kuvvetlendiriyor.
Merkezi olmayan yiyecek üretimi, beraberinde israfın
azalması, lojistik ile oluşan emisyonun düşmesi, gibi olumlu çevresel etkileri
beraberinde getirebilir. Ancak uygulanabilirliği açısından pek çok soru işareti
de gündeme geliyor. Dünyadaki ülkelerin şu anda %80’i yiyecek konusunda dışa
bağımı durumda. Bu hemen çözülebilecek bir mesele değil. Ayrıca yerel üretimler
küreselleşme ile yakalanan verimliliğin kaybına ve dolaylı olarak fiyatların
yükselmesine neden olacak. Açlık sınırındakilerin yiyeceğe ulaşabilmesi için
küresel ticaretin sürmesi zorunlu. Kaynakların verimli kullanımı da cabası.
Ayrıca ürünlerin iklimsel etkilerden dolayı son derece kırılgan bir hasat
performansı olabileceği ve bunun bölgeden bölgeye her sene farklılık arz
edebileceği de unutulmamalı. Bu durum bölgesel kıtlıklarda çözüm sunmuyor ne
yazık ki.
Elbette salgının etkileri orta çağda yaşananlar ile girift
ticari ilişkiler içerisindeki günümüz dünyası arasında büyük farklılıklar
göstermekte. Küreselleşmenin etkisiyle önemini yitiren kendine yeterlilik kavramı
ülkeler için nihai hedef olmaktan çok uzak. Ancak vakti zamanında en azından
tarım ve hayvancılıkta kendi kendine yeten bir ülke olmak ile övünen ülkemizin
pek çok yıkıcı devlet politikasıyla gıdada bu denli dışa bağımlı kılınmasının
taşıdığı potansiyel risk üzerine düşünmek belki bugünlerde faydalı olacaktır.
Böyle kriz durumları bizlere köy enstitülerini kapatırken,
kendi tohumlarımızın yok olmasına seyirci kalırken, GDO’lu ithal tohumlara
kucak açarken, tarımsal KİT’leri tek tek özelleştirip işlevsiz duruma
getirirken, sübvansiyonları birbiri ardına kaldırırken, tarım ürünleri
destekleme alımlarını giderek azaltırken, tarımda yabancı sermaye yatırımlarını
teşvik edip kar transferlerine kolaylık sağlarken, ithalatta gümrük muafiyetini
teşvik ederken, kooperatiflerin önünü tıkarken, çiftçileri hızla pazara giren
tarım tekelleri karşısında çaresiz bırakırken, yerli üreticiyi dışlayarak
sosyal devlet kavramını itibarsızlaştırırken pek de iyi işler yapmadığımızı
kafamıza vura vura öğretiyor sanki…
Sanayide ise küresel para arzının bol olduğu dönemlerde teknoloji
transferi, Ar-Ge, Ür-Ge gibi çalışmalara öncelik ve ödenek vermektense
yatırımları siyasi popülizm uğruna altyapıya, inşaata harcayıp kendi rant
ekonomisini yaratan ülkelerin, isteseler de dışa bağımlılıklarını ortadan kaldıramayacakları
ve ekonomik konjonktürün uygun gördüğü ölçüde sanayide teknolojik katma değeri
olmayan ürünler üreten, kırılgan ekonomiye sahip ülkelerden öteye
geçemeyecekleri gerçeği ile yüzleşiyoruz.
Bir sonraki kısımda küreselleşmenin faydalarından,
zararlarından, kazanan ve kaybedenlerinden bahsedeceğiz.
Sevgiler,
Mert
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder