23 Mayıs 2020 Cumartesi

3. Salgın Küresel Ekonomiyi Vururken Kendine Yeterlilik




Gelişen ekonomilerin izledikleri evrimsel patika olan sanayileşme – sanayisizleşme ve yeniden sanayileşme süreçlerine göz attıktan sonra günümüzde küreselleşmenin ne boyutta olduğuna ve salgının küreselleşmiş dünyaya etkileri konusuna bakalım…


Ülkeler böyle bir kriz durumunda ileri seviyede küreselleşmiş olmanın ne denli büyük riskler taşıdığını anlamaya başladı. Verim esaslı ‘Laissez faire’ anlayışının küresel ağın kesildiği bir kriz ortamında sistemi nasıl birden kötürüm bırakabileceğini görebiliyoruz. Kriz, sanayide ekonomik daralma ve işsizlik neticesi yaratırken, birincil önem arz eden tarım ve hayvancılıkta (önce bir karnımız doymasın mı?) bunun hayati sonuçları olabileceği bir kere daha anlaşılmış oldu. Ülkeler, öncelikli olarak tarım ve hayvancılık ürünlerini acil önlem planı çerçevesinde ihracata kapattı. Kendine büyük ölçüde yetebilen ülkeler, krizi daha rahat göğüsleyecek gibi gözüküyor.

COVID-19 krizi sonrası, global yiyecek tedarik zinciri büyük ölçüde yara aldı, dolayısıyla yerel üretim önem kazandı. Kriz, gelişmekte olan ülkelerin yeniden sanayileşme politikalarına, buna ilave olarak yerel tarım ve hayvancılık teşviklerine ivme kazandırma ihtimalini kuvvetlendiriyor. 

Merkezi olmayan yiyecek üretimi, beraberinde israfın azalması, lojistik ile oluşan emisyonun düşmesi, gibi olumlu çevresel etkileri beraberinde getirebilir. Ancak uygulanabilirliği açısından pek çok soru işareti de gündeme geliyor. Dünyadaki ülkelerin şu anda %80’i yiyecek konusunda dışa bağımı durumda. Bu hemen çözülebilecek bir mesele değil. Ayrıca yerel üretimler küreselleşme ile yakalanan verimliliğin kaybına ve dolaylı olarak fiyatların yükselmesine neden olacak. Açlık sınırındakilerin yiyeceğe ulaşabilmesi için küresel ticaretin sürmesi zorunlu. Kaynakların verimli kullanımı da cabası. Ayrıca ürünlerin iklimsel etkilerden dolayı son derece kırılgan bir hasat performansı olabileceği ve bunun bölgeden bölgeye her sene farklılık arz edebileceği de unutulmamalı. Bu durum bölgesel kıtlıklarda çözüm sunmuyor ne yazık ki.

Elbette salgının etkileri orta çağda yaşananlar ile girift ticari ilişkiler içerisindeki günümüz dünyası arasında büyük farklılıklar göstermekte. Küreselleşmenin etkisiyle önemini yitiren kendine yeterlilik kavramı ülkeler için nihai hedef olmaktan çok uzak. Ancak vakti zamanında en azından tarım ve hayvancılıkta kendi kendine yeten bir ülke olmak ile övünen ülkemizin pek çok yıkıcı devlet politikasıyla gıdada bu denli dışa bağımlı kılınmasının taşıdığı potansiyel risk üzerine düşünmek belki bugünlerde faydalı olacaktır.

Böyle kriz durumları bizlere köy enstitülerini kapatırken, kendi tohumlarımızın yok olmasına seyirci kalırken, GDO’lu ithal tohumlara kucak açarken, tarımsal KİT’leri tek tek özelleştirip işlevsiz duruma getirirken, sübvansiyonları birbiri ardına kaldırırken, tarım ürünleri destekleme alımlarını giderek azaltırken, tarımda yabancı sermaye yatırımlarını teşvik edip kar transferlerine kolaylık sağlarken, ithalatta gümrük muafiyetini teşvik ederken, kooperatiflerin önünü tıkarken, çiftçileri hızla pazara giren tarım tekelleri karşısında çaresiz bırakırken, yerli üreticiyi dışlayarak sosyal devlet kavramını itibarsızlaştırırken pek de iyi işler yapmadığımızı kafamıza vura vura öğretiyor sanki…

Sanayide ise küresel para arzının bol olduğu dönemlerde teknoloji transferi, Ar-Ge, Ür-Ge gibi çalışmalara öncelik ve ödenek vermektense yatırımları siyasi popülizm uğruna altyapıya, inşaata harcayıp kendi rant ekonomisini yaratan ülkelerin, isteseler de dışa bağımlılıklarını ortadan kaldıramayacakları ve ekonomik konjonktürün uygun gördüğü ölçüde sanayide teknolojik katma değeri olmayan ürünler üreten, kırılgan ekonomiye sahip ülkelerden öteye geçemeyecekleri gerçeği ile yüzleşiyoruz.

Bir sonraki kısımda küreselleşmenin faydalarından, zararlarından, kazanan ve kaybedenlerinden bahsedeceğiz.

Sevgiler,
Mert

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder