Yüksek çözünürlük vaat eden aptal
kutumu hiç de üzerime alınmadan, olayı kişiselleştirmeden izlemeye gayret
ediyorum. Bir zamanların ‘çağın iletişim aracı’ diye pazarlanan sihirli kutusunun,
kötü yayıncıların elinde Pandora’nın kutusuna dönüşebileceğini anlamamız, çok
da zamanımızı almadı. Ancak bu sihirli kutunun pek de fazla nesil eskitmeden
bir ‘aptal kutusu’na evrilmesi iç burkan bir detay. Neyse, koltuğuma kurulup, kendimi
‘eğlenirken ölmenin’ nahoş keyfine teslim ediyorum.
Bir
filme takılıyorum. Sis bulutu, kutunun içinde giderek artıyor. İlerleyen
astigmatımın ve gururlu direnişinin son günlerine geldiği hissedilen gözlüksüz
yaşamımın, görüş kalitemi bu kadar etkilemesinin şaşkınlığı içindeyim.
Buğuların arasından çıkan bir el, (evlerden uzak- yarısı buğulu) masada duran
buğulu bir şeyi alıp ağzına götürüyor. Ağzı olduğunu hareketin yönünden ve
içeriğinden (kafaya dikme hareketi) çıkarabiliyorum, zira ağız da bir süre
sonra buğulanıyor. Masaya geri konan bulut üzerinden tahminle bunun bir bardak
(kadeh?) olduğunu düşünüyorum. Adam buzlanmaya, buğulanmaya doymuyor olacak ki,
bardağının hemen yanında üzerinde duman tüten bir şeyleri ağzına götürüp,
derince bir nefes alıyor. Arka plan (tahminen bir bar, ancak fin hamamı da olabilir)
ise tamamen buğulu. Bu sis altında neler döndüğünü anlamak gerçekten güç.
Ama
içimde bir sevinç var. Sebepsiz bir sevinç. Kim bilir, belki de cinsel ve
ahlaki gelişimimin olumsuz yönde etkilenmediğini bilmek beni rahatlatıyor. Bana
ve gençlerimize kötü örnek olacak hiçbir şey yok. Hatta görünürde hiçbir şey
yok. Yalnızca bir buğu… Benim gibi şifreli Cine5 yayınlarından çıkarımlarla
büyümüş art niyetli dekoder nesildenseniz, ekrandaki buğuya kanıp, ortamda bir
grup seks döndüğünden işkillenebilirsiniz. Neyse ki böyle ahlaksız tablolar
artık gençlerimizden çok uzak. Bedenimden taşan kontrolsüz mutluluğumun meyvesi
olsa gerek, nereden dilime dolandığını bilmediğim saçma sapan ama neşeli bir
şarkı kafamda dönüp duruyor. Şöyle bir şey : trololololololololololo…
Bir
süredir izlediğim filmin, Stephen King’in ‘The Mist’i olmadığını anlayınca kanal
değiştiriyorum. Bir programda, mühim bir büyüğümüz karikatüristik suratına
tezat, çok ciddi tavırlarla bir memleket meselesi olarak gördüğü mevzu hakkında
ıslak dudakları arasından beyanat veriyor. Dekoltesinden hoşnut olmadığı bir
program sunucusuna verip veriştiriyor. Sonraki günlerde işinden olacağına emin
olduğum sunucunun ahlaksızlığını istemsiz ‘cık cık’ lar eşliğinde kınıyorum. ‘Bazı
marjinal kesimler değer yargılarımızın yüksek hassasiyetle gözetildiği bu tür
iyi niyetli müdahaleleri sansür kapsamında cezalandırma, yasaklama, hedef
gösterme, tehdit etme, korkutma, aşağılama, engelleme, saldırı hatta
ötekileştirme olarak çarpıtabiliyor. Provokasyonlara kapılacak değilim elbette.
Mis gibi ahlaklı yaşamanın belirli bedelleri olduğu gerçeğini sanırım
gözlerinden kaçıyorlar. ‘Ya da niyetleri başka bunların’ diye düşünüyorum.
Neticede %99’u Müslüman bir ülkede yaşıyoruz diyorum kendi kendime nedense…Toplumsal
ahlak algımıza verilen ayarın mutluluğu ile şarkıma devam ediyorum:
trololololololololololo…
Haber
saatinin geldiğini görüp, kendimi ana akım medyanın akışına bırakıyorum. Önce
kış olimpiyatlarında buram buram seks ve şehvet kokan buz pateni yarışmalarının
devlet televizyonumuz tarafından yayınlanmayacağı haberi ile keyifleniyorum.
‘Kadınlar mini mini giyip kucaklarda döndürülüyor, insan ister istemez
halleniyor’ diye iç geçiriyorum. Sonrasında temizle temizle bitmeyen protestocu
ve göstericilerin, karga tulumba, darbeler eşliğinde, ağızları kapatılarak
arabalara tıkılmalarını coşkuyla izliyorum. Taksim’de toplanıp, öldürülen
arkadaşları için pankart açan 5 zibidinin 25 polisle etkisiz hale getirilmesini
‘büyük tehlike atlatmışız’ yorumlarıyla seyrediyorum. ‘İyi o zaman, her derdi
olan atsın kendini meydanlara, avaz avaz bağırsın, yaksın yıksın… Bu ülkede
düzen var, nizam var’ diye düşünüyorum; senkronize ‘cık cık’larımı artırırken.
‘Hem kim bilir neden ölmüş, su testisi su yolunda…’ demeyi de ihmal etmiyorum.
Sokaklarında nizam ve intizamın kusursuz sağlandığı güzel ülkemde şükürler
olsun ki, bir günüm daha huzur içinde geçiyor. Sevincimi artık alenen sesli
söylemeye başladığım o tuhaf şarkı ile taçlandırıyorum: :
trololololololololololo…
Şöyle
bir düşünüyorum da ne kadar ‘hassas’ bir toplumuz… Ve bu toplumsal
hassasiyetlerimizi devlet büyüklerimiz ne kadar da ön planda tutmaktalar. Toplumun
değer yargılarını bu kadar önemseyen, gözeten bir devlet, yeryüzünde mumla
arasan bulamazsın. Bazı hainler yine ‘toplumsal hassasiyetlerin’ sansürün
meşrulaştırılması amacı ile kullanıldığı yönünde beyanlarda bulunsa da adı
üstünde ‘hain’ bunlar… Gözlerimi kocaman açıp, ‘Milli İrade!!!’ diye
bağırdıktan sonra, şarkıma devam ediyorum: trololololololololololo…
Televizyondan
sıkılıp, internet denen zehre şöyle bir göz atıyorum. Hani şu içerik silme
başvurularında açık ara dünya lideri olduğumuz o ahlaksız mecra. Eskiden
tedirgin olarak girdiğim bu şer yuvasında artık mutlu mesut sörf eyliyorum.
Aklımı çelecek, gelişimimi engelleyecek ya da anarşist fikirlerle aklımı
çelebilecek her zehrin, devlet babamızın ince elekli filtrelerinden nüfuz
edememesinin rahatlığı ile güven içinde e-devlet işlemlerimi yapıyorum. Basın
özgürlüğünde 179 ülke arasında 153. olan güzel ülkemin haber sitelerinden baş
döndüren ekonomik kalkınmamız ve tüm dünyanın ülkemize hayran olduğu
haberlerini okuyorum. Dünyanın göremediği tehlikeleri bizler için görenlere şükrediyorum.
Batının ahlaksızlığından, ayrıştırıcı ve sorgulayıcı fikirlerine kadar tüm
tehlikelere erişimimizi engelleyen, denetleyenleri Allah başımızdan eksik
etmesin (etmiyor da zati). Ne demişler, sağlıklı birey, sağlıklı toplum. Ya da
öyle bişey… trololololololololololo…
* trololololololololololo: 1976 yılında Rus sanatçı Eduard Khil
tarafından söylenen ve uzun yıllar sonrasında bir ‘internet meme’ haline
dönüşen, orijinal adı ‘I Am
Glad, Cause I'm Finally Returning Back Home’ olan hem söylemesi hem dinlemesi
pek hoş şarkı (daha çok melodi). Melodi, her ne kadar hoş olsa da hikayesi o kadar
hoş değil ne yazık ki. Dönemin Sovyet Komünist rejimi tarafından uygulanan ağır
sansürler gereği, şarkıda ‘uygusuz’ bulunabilecek sözler olduğu için, Eduard
Abimiz şarkıyı yalnızca bir melodi halinde söylemiş, pek de iyi yapmıştır.
Dinlerken içinizde uyandırdığı neşe ile baskı ve sansürün o lanet kasveti,
sürekli birbiri ile çelişir. Bir de tüm gün dilinizden düşmez, o da ayrı…
Ona da erişim engellenmeden bir bakınız derim: http://trololololololololololo.com/
Sevgiler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder