8 Şubat 2014 Cumartesi

trololololololololololo…*




           Yüksek çözünürlük vaat eden aptal kutumu hiç de üzerime alınmadan, olayı kişiselleştirmeden izlemeye gayret ediyorum. Bir zamanların ‘çağın iletişim aracı’ diye pazarlanan sihirli kutusunun, kötü yayıncıların elinde Pandora’nın kutusuna dönüşebileceğini anlamamız, çok da zamanımızı almadı. Ancak bu sihirli kutunun pek de fazla nesil eskitmeden bir ‘aptal kutusu’na evrilmesi iç burkan bir detay. Neyse, koltuğuma kurulup, kendimi ‘eğlenirken ölmenin’ nahoş keyfine teslim ediyorum.


            Bir filme takılıyorum. Sis bulutu, kutunun içinde giderek artıyor. İlerleyen astigmatımın ve gururlu direnişinin son günlerine geldiği hissedilen gözlüksüz yaşamımın, görüş kalitemi bu kadar etkilemesinin şaşkınlığı içindeyim. Buğuların arasından çıkan bir el, (evlerden uzak- yarısı buğulu) masada duran buğulu bir şeyi alıp ağzına götürüyor. Ağzı olduğunu hareketin yönünden ve içeriğinden (kafaya dikme hareketi) çıkarabiliyorum, zira ağız da bir süre sonra buğulanıyor. Masaya geri konan bulut üzerinden tahminle bunun bir bardak (kadeh?) olduğunu düşünüyorum. Adam buzlanmaya, buğulanmaya doymuyor olacak ki, bardağının hemen yanında üzerinde duman tüten bir şeyleri ağzına götürüp, derince bir nefes alıyor. Arka plan (tahminen bir bar, ancak fin hamamı da olabilir) ise tamamen buğulu. Bu sis altında neler döndüğünü anlamak gerçekten güç.

            Ama içimde bir sevinç var. Sebepsiz bir sevinç. Kim bilir, belki de cinsel ve ahlaki gelişimimin olumsuz yönde etkilenmediğini bilmek beni rahatlatıyor. Bana ve gençlerimize kötü örnek olacak hiçbir şey yok. Hatta görünürde hiçbir şey yok. Yalnızca bir buğu… Benim gibi şifreli Cine5 yayınlarından çıkarımlarla büyümüş art niyetli dekoder nesildenseniz, ekrandaki buğuya kanıp, ortamda bir grup seks döndüğünden işkillenebilirsiniz. Neyse ki böyle ahlaksız tablolar artık gençlerimizden çok uzak. Bedenimden taşan kontrolsüz mutluluğumun meyvesi olsa gerek, nereden dilime dolandığını bilmediğim saçma sapan ama neşeli bir şarkı kafamda dönüp duruyor. Şöyle bir şey : trololololololololololo…

            Bir süredir izlediğim filmin, Stephen King’in ‘The Mist’i olmadığını anlayınca kanal değiştiriyorum. Bir programda, mühim bir büyüğümüz karikatüristik suratına tezat, çok ciddi tavırlarla bir memleket meselesi olarak gördüğü mevzu hakkında ıslak dudakları arasından beyanat veriyor. Dekoltesinden hoşnut olmadığı bir program sunucusuna verip veriştiriyor. Sonraki günlerde işinden olacağına emin olduğum sunucunun ahlaksızlığını istemsiz ‘cık cık’ lar eşliğinde kınıyorum. ‘Bazı marjinal kesimler değer yargılarımızın yüksek hassasiyetle gözetildiği bu tür iyi niyetli müdahaleleri sansür kapsamında cezalandırma, yasaklama, hedef gösterme, tehdit etme, korkutma, aşağılama, engelleme, saldırı hatta ötekileştirme olarak çarpıtabiliyor. Provokasyonlara kapılacak değilim elbette. Mis gibi ahlaklı yaşamanın belirli bedelleri olduğu gerçeğini sanırım gözlerinden kaçıyorlar. ‘Ya da niyetleri başka bunların’ diye düşünüyorum. Neticede %99’u Müslüman bir ülkede yaşıyoruz diyorum kendi kendime nedense…Toplumsal ahlak algımıza verilen ayarın mutluluğu ile şarkıma devam ediyorum: trololololololololololo…

            Haber saatinin geldiğini görüp, kendimi ana akım medyanın akışına bırakıyorum. Önce kış olimpiyatlarında buram buram seks ve şehvet kokan buz pateni yarışmalarının devlet televizyonumuz tarafından yayınlanmayacağı haberi ile keyifleniyorum. ‘Kadınlar mini mini giyip kucaklarda döndürülüyor, insan ister istemez halleniyor’ diye iç geçiriyorum. Sonrasında temizle temizle bitmeyen protestocu ve göstericilerin, karga tulumba, darbeler eşliğinde, ağızları kapatılarak arabalara tıkılmalarını coşkuyla izliyorum. Taksim’de toplanıp, öldürülen arkadaşları için pankart açan 5 zibidinin 25 polisle etkisiz hale getirilmesini ‘büyük tehlike atlatmışız’ yorumlarıyla seyrediyorum. ‘İyi o zaman, her derdi olan atsın kendini meydanlara, avaz avaz bağırsın, yaksın yıksın… Bu ülkede düzen var, nizam var’ diye düşünüyorum; senkronize ‘cık cık’larımı artırırken. ‘Hem kim bilir neden ölmüş, su testisi su yolunda…’ demeyi de ihmal etmiyorum. Sokaklarında nizam ve intizamın kusursuz sağlandığı güzel ülkemde şükürler olsun ki, bir günüm daha huzur içinde geçiyor. Sevincimi artık alenen sesli söylemeye başladığım o tuhaf şarkı ile taçlandırıyorum: : trololololololololololo…

            Şöyle bir düşünüyorum da ne kadar ‘hassas’ bir toplumuz… Ve bu toplumsal hassasiyetlerimizi devlet büyüklerimiz ne kadar da ön planda tutmaktalar. Toplumun değer yargılarını bu kadar önemseyen, gözeten bir devlet, yeryüzünde mumla arasan bulamazsın. Bazı hainler yine ‘toplumsal hassasiyetlerin’ sansürün meşrulaştırılması amacı ile kullanıldığı yönünde beyanlarda bulunsa da adı üstünde ‘hain’ bunlar… Gözlerimi kocaman açıp, ‘Milli İrade!!!’ diye bağırdıktan sonra, şarkıma devam ediyorum:  trololololololololololo…

            Televizyondan sıkılıp, internet denen zehre şöyle bir göz atıyorum. Hani şu içerik silme başvurularında açık ara dünya lideri olduğumuz o ahlaksız mecra. Eskiden tedirgin olarak girdiğim bu şer yuvasında artık mutlu mesut sörf eyliyorum. Aklımı çelecek, gelişimimi engelleyecek ya da anarşist fikirlerle aklımı çelebilecek her zehrin, devlet babamızın ince elekli filtrelerinden nüfuz edememesinin rahatlığı ile güven içinde e-devlet işlemlerimi yapıyorum. Basın özgürlüğünde 179 ülke arasında 153. olan güzel ülkemin haber sitelerinden baş döndüren ekonomik kalkınmamız ve tüm dünyanın ülkemize hayran olduğu haberlerini okuyorum. Dünyanın göremediği tehlikeleri bizler için görenlere şükrediyorum. Batının ahlaksızlığından, ayrıştırıcı ve sorgulayıcı fikirlerine kadar tüm tehlikelere erişimimizi engelleyen, denetleyenleri Allah başımızdan eksik etmesin (etmiyor da zati). Ne demişler, sağlıklı birey, sağlıklı toplum. Ya da öyle bişey… trololololololololololo…

* trololololololololololo: 1976 yılında Rus sanatçı Eduard Khil tarafından söylenen ve uzun yıllar sonrasında bir ‘internet meme’ haline dönüşen, orijinal adı ‘I Am Glad, Cause I'm Finally Returning Back Home’ olan hem söylemesi hem dinlemesi pek hoş şarkı (daha çok melodi). Melodi, her ne kadar hoş olsa da hikayesi o kadar hoş değil ne yazık ki. Dönemin Sovyet Komünist rejimi tarafından uygulanan ağır sansürler gereği, şarkıda ‘uygusuz’ bulunabilecek sözler olduğu için, Eduard Abimiz şarkıyı yalnızca bir melodi halinde söylemiş, pek de iyi yapmıştır. Dinlerken içinizde uyandırdığı neşe ile baskı ve sansürün o lanet kasveti, sürekli birbiri ile çelişir. Bir de tüm gün dilinizden düşmez, o da ayrı…

Ona da erişim engellenmeden bir bakınız derim: http://trololololololololololo.com/

Sevgiler...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder