1 Kasım 2012 Perşembe

matematikte zorlama yoktur...

Ortaokul son sınıftayım. Tahtada kel kafasını seyrelen yağlı saçları ile kısmen örtebilmiş, kolormatik gözlük - pötikare ceket kreasyonunda ısrarlı geometri hocamız, her daim ıslak dudaklarını yalayarak bizlere meşhur Pisagor Teoremi’ni anlatıyor.
Dinlememek için yerleştiğim arka sıralara dahi baygın sesini duyurmakta zorluk çekmiyor. Kendinden geçen sınıfa, desibelinde nadiren dalgalanma yaşanan tonlamasıyla ‘Evladım burayi dinle!’ diye serzenişte bulunuyor. Serzenişleri bile periyodik ve yapay.
‘Bir tik üçgende…’ diyor, ‘ibodenüsün garesi, iki dik kenaaarın gareleri doplamına eşittir. Yaani neymiş, akare eşittir bekare artı çekare’…
Sıkıntıdan ölmek üzereyiz. Herkesin aklı çalacak zilde. Tahtada bir takım harflerle bezeli formülasyonlar. Oysa biz, şekerlemelerle bezeli dondurmalar çağındayız. Allah’ım neden buradayız?
O sıra bir şeyler oluyor. Kesik kesik kelimelerle konuşmasını zor bitiriyor hocamız. Kızaran yüzü boncuk boncuk terliyor. Kravatını gevşetip, kolormatik gözlüklerini masanın üzerine bırakıyor. Sessizlik hepimizi endişelendiriyor haliyle. Minik kafalarımızda kalp krizi ihtimali dolanıyor. Krizi fırsata çeviren, öğretmenimizin sağlığından ziyade dersin düşmesine hallenen hainlikte yaşlardayız. Ancak kolormatik hocamız, birden başını kaldırıp bir süre tatlı bir gülümseme ile sınıfı izliyor. Birden elindeki tebeşiri karizmatik bir şekilde yere fırlatıp, tuhaf bir şekilde düzelen diksiyonu ile devam ediyor:
‘Ah, güzel arkadaşlar… Bu Pisagor var ya bu Pisagor… Ömrünü bilgiye adamış çok büyük bir matematikçi ve filozoftu. Sadece bu tanım yetersiz kalır, kendisi matematik ve felsefenin yanında, fizik, tıp, müzik ve dinle de ilgilenmişti’ diyor.

Sınıfça şaşkınız. Tebessüm ederek bizimle sohbet etmesi oldukça garibimize gidiyor. Neden bize gülümsesin, bizimle ilişki kurmaya çalışsın ki? Şaşkınlığımıza aldırmadan, öğretmen masasının üzerine tek hamlede oturup sözlerine devam ediyor:
‘ Bir düşünün… Milattan önce 500’lü yıllar… İnsanların kıçında don yok don!’ (Gülüşmeler)
Ön sıradaki ineklerden biri heyecanla:
‘Peki hocam, tahtaya yazdığınız teoremi o dönemlerde nasıl buldu?’ diye soruyor.
Hocamız bu tip bir soru bekliyormuşçasına gülümseyerek:
‘Aslında bu formülü a, b ve c kenarları gibi sanallaştırmak yerine alan hesapları ile incelersek bize çok daha anlamlı gelecektir. Şöyle ki..’
Tahtaya şöyle bir şeyler çiziyor:

Gösterim, hepimize tahtadaki formülden daha anlamlı gelmiş olacak ki minik kafalarımızı onay anlamında sallıyoruz. Bir şeyleri gerçekten anlamış olmanın şaşkınlığı var hepimizin üzerinde.
‘ Bu, onun hayatı göz önüne alındığında oldukça basit bir teorem olarak kalır. Ne yazık ki çoğumuz onu yalnız bu teorem üzerinden tanıyoruz. Bazı insanlar tarihi değiştirmeye, insanlığı yönlendirmeye gelir ya bu dünyaya, işte arkadaşlar, Pisagor da bunlardan birisidir. Bu tahtaya yazdığım formülün çok ötesinde bilinmesi gereken bir şahsiyet kendisi. Mesela, dünyanın yuvarlak olduğu tezini ilk ortaya atanın Pisagor olduğunu biliyor muydunuz? Ya da bu tezden hareketle kendi döneminde sabah yıldızı ve akşam yıldızı olarak anılan yıldızların aslında tek bir yıldız (Venüs) olduğunu bulan kişi olduğunu? Elbette ki Dünya’nın Güneş etrafında döndüğünü iddia etmesi gibi cesur ve radikal görüşleri, çevresinde büyük tepkiye yol açmış ve bazı görüşlerini resmen açıklamaktan kaçınmış ustamız.’
Pür dikkat geometri hocamızı dinliyorduk. Hem anlattıkları, hem de dostça iletişimi ile hepimizi ele geçirmeyi başarmıştı.
‘Pisagor, üç yüz öğrenciden oluşan kendi okulunu kurmuştu. Bu yarı mistik, yarı bilimsel okul, iki gruptan oluşuyordu. Birinci grup, ‘matematikoi’ denen üst düzey insanların birbirlerine yeminle bağlı oldukları bir gruptu. İkinciler ise sizin gibi (!) matematik aşığı öğrencilerden oluşuyordu. Sizlerin bugün başını ağrıtan ‘matematik’ kelimesi ilk defa burada kullanılmıştı. Cemaat üyelerinin dikkat etmeleri gereken bazı ahlaki kurallar söz konusuydu. Pisagor’un öğrencileri et yemez, keten elbiseler giyer, hayvan öldürmez ve kurban kanı sunmazlardı. Hatta bu yüzden taa 1842 yılına kadar ‘vejetaryen’ kelimesi yerine ‘Pisagorcu’ ifadesi kullanılıyordu. Sizce de ilginç değil mi?’
Her ne kadar birçoğumuz için ‘vejetaryen’ kelimesi de oldukça yabancı olsa da öğretmenimizin ağzından dökülenleri salyalarımızı akıtarak dinliyorduk.
‘Gerçi onun saygınlığı bilim, sanat ve felsefe dünyası tarafından oldukça kabul görmüş ve hakkı verilmiş durumda. İtalyan ressam Raffael’in Pisagor’u tasvir eden şu güzel tablosuna bir baksanıza hele!’
Eliyle şimdiye kadar varlığını hiç fark etmediğim sınıf duvarında asılı koca imitasyonunu gösterdi. Hepimiz yeni farkına varmış olacağız ki ağzımız açık tabloya baktık. Demek bu kadar zamandır duvarda asılı duruyordu ve kimsenin dikkatini çekmemişti. İlginç!

Gözlerinde birden hüzün belirdi. Bakışlarını önüne düşürerek, ufak bir iç çekişle devam etti:
‘Belki de başına gelecekleri az çok tahmin ettiğinden, kendi okulunu kurarak kendi seçkin sınıfını oluşturdu. Bu nedenle Pisagor’un, ‘ezoterizm’ in yani, yalnızca belirli sayıda müride açıklanan, halkın düzeyine inmeyen ya da inmemesi gereken gizli doktrin kavramının öncülerinden olduğu kabul edilir. Nitekim halkın ve din adamlarının tepkisinden duyduğu korkularında haklı çıkmış, okulu ile beraber yakılarak cezalandırılmıştı…Maalesef, gerçek bilgi peşinde koşan bir çok aydın ile aynı kaderi paylaşmıştı: Karanlıkta kalmak, dogmalarla yaşamak isteyen yobazlar tarafından katledildi…’
Sınıfça yaklaşık 2.500 sene önce yaşamış bir adam için üzüldüğümüze inanamıyordum. Ancak hepimizin içi burulmuştu. Hocamız tekrar eski heyecanını yakalayarak,
‘Yalnızca bir matematikçiden bahsetmiyorum arkadaşlar. Gerçek bir aydından, bilim aşığından bahsediyorum! Pisagor, müziğin, sayılarla ve oranlarla ilişkisini kurmuş ve diatonik skalayı keşfetmişti. Hem de bunu demir ustalarının demirleri döverken çıkardıkları farklı seslerden ilham alarak geliştirmişti. İki telden birinin uzunluğu diğerinin iki katıysa, kısa telin çıkardığı ses, uzun telin çıkardığı sesin bir ‘oktav’ üzerindeydi. Ayrıca müzikle tedavi çalışmalarıyla tıbba birçok katkıda bulunmuştu. Sadece müziğin değil, evrenin temelinde matematik olduğunu iddia ediyordu. Tıpkı ondan 1000 sene sonra meşhur Galileo’nun sözlerinde de belirtildiği gibi:’
‘ Evren her an gözlemlerimize açıktır, ama onun dilini ve bu dilin yazıldığı harfleri öğrenmeden ve kavramadan anlaşılmaz. Evren matematik diliyle yapılmıştır; harfleri üçgenler, daireler ve diğer geometrik biçimlerdir. Bunlar olmadan tek sözcüğü bile anlaşılmaz; bunlar olmadan ancak karanlık bir labirentte dolanılır.’
Karanlık labirentlerde dolanırken birden sıçramışım… Hocamızın sesi ile gerçek dünyaya döndüm:
‘Yaani İbodenüsün garesi tik kenarların garesiynen…Evladım dinnemiyossun ama!!’
Sevgiler
Mert






5 yorum:

  1. Beni de o yıllara götürdün. Sağolasın..

    YanıtlaSil
  2. O yıllar derken M.Ö 500'ler mi, yoksa senin ortaokul yılların mı? Gerçi ikisi de aynı döneme denk geliyordu değil mi? :)

    YanıtlaSil
  3. Et yemeyen adamın hayatını ne ağnatıyon bize müdür?

    YanıtlaSil
  4. baba sen ana fikri atlamışsın. Yazılanların özeti: 'Et girmeyen eve dert girer' Bak adam et yememiş dert sahibi olmuş, hipotenüs neyin...

    YanıtlaSil