7 Haziran 2012 Perşembe

jetgiller'i dava ediyorum...



Jetgiller Çamlıca sırtlarında
Hatırlıyor olmamız acı olsa da, Jetgiller diye bir çizgi film vardı. Sakın yanlış anlamayın, bir de ben, ‘ah o 80’lerde çocuk olmak’, ‘vah o 90’larda adolesan olmak’ gibi tırı vırılarla midenizi bulandırmayacağım. Tamam iyi hoş, geçmişi hatırladık, o yıllar ne güzeldi dedik de kardeşim herhalde bu konuda yazı yazmayan, geçmişimizin üzerinden geçmeyen kalmadı anasını satiim.


Neyse efenim. Mevzu bahis çizgi-film, o körpecik beyinlerimize, akıllarınca futuristik vizyon aşılayıp gelecekteki hayatımızın ne denli yoğun otomasyon içereceğine ve ileride uzaylılar, robotlar maaile yaşayacağımıza dair bir takım ipuçları verirdi. Tabi, her sitcomun olmazsa olmazı, tipik bir Amerikan ailesi ve başından geçen alengirli ve komik olaylar falan filan…
Şimdi durup dururken bu konuya neden sardım diyecek olursanız, beni endişelendiren bir takım meseleler var. Jetgiller ilk olarak 1962-1963 yılları arasında, sonra yeniden 1985-1987 yılları arasında yayınlanmış. Uzay-çağında yaşadığı için havasından geçilmeyen bu sevimsiz ailemizin hayatı, kurgu olarak 2062 yılında geçmekte. Yani yapımcılar (Hanna-Barbera), 100 sene sonrasını hayal ederek girişmiş bu işlere. Ve şimdiyi düşünürsek onlar gibi antipatik olmamız için önümüzde kalmış 50 sene…

Her ne kadar o dönemler izlediğim çizgi filmleri gayet ciddiye alıyor ve içselleştiriyor olsam da, elbette George Orwell’in 1984’ü gibi öngörüsü yüksek ütopik bir yapıt beklenemez Jetgiller’den.  Ancak atıp tutturduğu  bir çok detay da dikkat çekici.
İlk olarak her şeyin otomasyona bağlı olması, makineler ve robotlar tarafından yapılması ve insanın günlük işlerini yapmak için kıçını bile kaldırma ihtiyacının olmaması, günümüz teknolojisinin sunduğu olanaklar ile örtüşüyor. Bir yandan insanlar fiziki bir iş yapmasa dahi, günlük işlerinin yoğunluğundan ve yoruculuğundan yakınıyor ki, bu da gerçekçi bir yaklaşım.
Yaşam alanları, alışveriş merkezleri ve ofislerinin süper yüksek gökdelenlerde bulunması da isabetli bir öngörü.
Robotlar, uzaylılar, hologramlar ve birçok yenilikçi icat konusunda biraz geri kalmış gözükebiliriz, ancak daha yolun yarısındayız. Yani 50 senemiz daha var!
Endüstriyel tasarım ve özellikle elektronik, bilişim alanlarında teknoloji, son birkaç yılda inanılmaz bir gelişim içinde. Artık kullandığımız her aygıt ya da eşya, fonksiyonel olmanın yanında oldukça estetik. Hatlar yumuşadı, tasarımlar güzelleşti. Hayatımıza ‘dokunmatik’ kavramı girdi. Şimdi bakıyorum da estetik anlamında Jetgillerin çok çok önüne geçmişiz. Gelecekte yaşadıkları için maymun gibi giydirilen ve etrafa çirkin kahkahalar saçan bu ailenin ne yazık ki bir bırakın Iphone’u, Mac’i, internetten haberi yok!
Şimdi buralara kadar iyi. Teknoloji anlamında Jetgilleri birçok konuda katlamış durumdayız. Güzel. Ancak yüzyıllardır futuristik sembol olarak dayatılan ‘uçan arabalar’, teknolojik yeterlilik dahilinde mümkün olsa da insanoğlu ‘yerde’ araba kullanabilme konusunda tam evrilemediği için bu aşamaya geçmek imkansız görünüyor.
Ben teknoloji bu kadar estetik düzeyde ilerlerken, milyonlarca denemeye rağmen henüz düz bir asfalt yolumuz olmamasını, devlet büyüklerimizin Jetgilleri baz aldığı ‘Nasıl olsa 50 seneye uçan arabalar gelecek, yollara lüzum kalmayacak amk. Eki eki..’ yaklaşımına bağlıyorum. Ancak buradan devlet yetkililerini uyarıyorum: İnsanoğlunun (bir kısmına hayvanoğluhayvan da denebilir) birbirlerinin önüne kırmadan ve makas atmadan araba kullanma konusunda evrilmesi bırakın 50 yılı, milyon yıllar alabilir! (Darwin’e sordum) Bir asfalt çekiverin şöyle kaymak gibi, biz de yaşayalım insan gibi, hadi canım…
Bir diğer husus Jetgillerin yaşadığı tek tip evler. Yüksek kule halindeki dairesel evlerde oturuyor hepsi. Bugünü düşündüğümüzde, tek tip ev deyince insanın aklına ya lojman ya da TOKİ geliyor. Bu binalardaki estetik kaygısına (burada tezat olarak ‘ulan estetikten eser yok’ diye kaygılanmak anlamında kullanılmıştır) bakılırsa gelecekte hazır beton döküm evlerde hapis kalacağız ne yazık ki. Parksız, bahçesiz, insansız…


Nooldu Hanna-Barbera? Sanırım bunları öngöremediniz? Uyduruk asfaltları, kaldırımları her mevsim kazıp kazıp yaparak paraları götüren belediyeler ve yancılarını, insanların devlet eliyle borçlandırılıp balık istifi gibi tıkıldığı göz göz çirkin beton evleri, yağmalanan ormanları, ranta açılan arazileri göremediniz demek? Demek ki neymiş? Gelecek her şeylerini robotlara yaptırıp, kekir kekir gülen neşeli aileler ve başlarından geçen komik hikayeler değilmiş. Gelecek, nüfusla birlikte gelen açlık, cehalet, vahşi kapitalizm, borçlanma, sefalet ve bir türlü düzelmeyen yollar, kaldırımlar kısacası insan gibi yaşayamamak demekmiş. Bana çok büyük borcunuz var Hanna-Barbera! Ahım büyük…
Sevgiler
Mert

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder