21 Mart 2012 Çarşamba

hafızamı kaybettim, hükümsüzdür



Bu yazacaklarım, hafızası ne iyi ne de kötü olan, ancak  hafızası iyi olanlara sürekli imrenen birinin safsatalarıdır. Geçenlerde şöyle bir kitaplarıma göz attım ve gerçeklerle yüzleştim. Birçoğunun belki genel anlamda temel içeriğini hatırlasam da maalesef, karakterleri hatta ana fikirlerinı bile anımsayamıyordum. Yani unutacaksak, neden en değerli boş vakitlerimizi kitap okumakla harcarız ki? Sonuçta çok da kalınca olmayan bir kitaba yoğun olarak minimum 6-7 saat harcamamız gerekir ki bitirebilelim. İnsan, bunu düşününce birden okuduğu kitapların neredeyse büyük bir zaman kaybı olduğu hissine kapılıyor.

Zaten benim için, bu bellek mevzusu her zaman bir hayli ilginç olmuştur. Herhalde hepimiz Melik Abi’yi hatırlarız. İsim çağrışım yapmamış olabilir gerçi. Mega Hafıza Melik Duyar’dan bahsediyorum. Zaten onu ve sürekli pazarlamaya çalıştığı hafıza setini unuttuysak, kendisine acıların en büyüğünü yaşatmışız demektir.


Kendisini televizyonlarda,

‘dungeon’ kelimesi için ‘zindana düşmüş birinin sıkıntılardan borulara (?) vurarak dan ve cın sesleri çıkardığı’ serbest çağrışımını kurarken,
‘posterity’ kelimesi için yalnızca dik saçları ve deri ceketi yüzünden gariban bir genci ‘poster iti’ olmakla itham ederek genç beyinlerimizdeki şekilciliği ve ayrımcılığı körüklerken

izlemişizdir birçoğumuz… Örnekler çoğaltılabilir. Ancak sanırım hepimiz, bir nesli bu tip örneklemelerle paralize ederken, beyin ölümümüz gerçekleşse dahi hatırlamakta zorlanmayacağımız bir takım İngilizce kelimeleri kafamıza kakma suretiyle hayatımıza kazandıran Melik Abi’yi tebessümle hatırlıyoruz.

Her ne kadar ortaya attığı hatırlama ve öğrenme yöntemleri biraz komik bulunsa, dalga konusu olsa da, Melik Abi’nin 1994 yılında Londra’da düzenlenen Dünya Hafıza Şampiyonası’nda foto grafik hafıza dalında rekor kırarak altın madalya sahibi olduğu gerçeğini hatırlatmak isterim. (Gerçi kendisi daha güzel hatırlatır) Sonuçta  ‘The Book of Genius’ adlı kitapta, en iyi hafıza gücüne sahip ilk on kişi arasında gösterilen bir şahsiyet… Boru değil yani…

Başarılıdır, değildir, tartışılır. Bugün hala bu saçma çağrışımlar aklımızın bir köşesinde bulunuyorsa bence bu bir başarı!

‘Einstein ile Ay Yürüyüşü’ adlı kitabı okudukça (ki tavsiye ederim), Melik Abi ile ilgili düşüncelerim farklı bir boyut kazandı. (Sene olmuş 2012, Melik Abi ile ilgili hala düşüncelerin mi var be adam diyenlere selam olsun!) Kitapta, Hafıza Olimpiyatlarına hazırlanan sıyırmış insanların, aslında Melik Abi’nin bize biraz da basite indirgeyerek anlatmaya çalıştığı yöntemler temelinde egzersiz yaparak bu hale geldikleri anlatılmakta.

Aslında tam şu arada ‘Sinestezi’ rahatsızlığından söz etmek lazım. İlk olarak Adam Fawer’in Empati adlı romanında tanıştığım Sinestezi rahatsızlığı, aslında bir algı bozukluğu. Hastalar, bu bozukluğa (yetiye de denebilir) doğuştan sahip oldukları için ancak ilerleyen yaşlarda bunun anormal bir durum olduğunun farkına varıyorlar. 60 farklı tipi gözlemlenen Sinestezi, rakamları, ayları, ya da dinlenen bir müziği renkler halinde algılama, ya da bazı kelimelere otomatik olarak semboller, tanımlamalar atayarak algılama gibi örnekler halinde ortaya çıkabiliyor. Bu hastaların temel ortak özelliği, çok iyi hafızalarının olmasına karşın, basit işlemlerde başarısız olmaları… Çok imrendiğim bir rahatsızlık olmasına karşın sofistikelikte gripten öteye geçememiş olan bendeniz için oldukça ilginç bir anomali. Şöyle bir algıdan söz ediyorum:


Hafıza Olimpiyatlarına hazırlanan aşmış abiler belki birkaç dakika içerisinde 2 deste iskambil kağıdını sırasıyla ezberleyebilir, ekranda gösterilen iki bin rakamı anımsayabilir durumdalar. Ancak şaşılacak bir durum da olsa bu, onların IQ seviyelerinin ileri düzeyde olmasından değil, düzenli antrenmanlarla algılarını sembolize etme yetilerini geliştirmelerinden kaynaklanmakta.

Anımsama tekniklerinin temel amacı, sinestezi hastalarının içgüdüsel olarak yaptığını yapmak. Beynimizin korumakta pek başarılı olmadığı anıları alıp depolamaya uygun bulduğu anı biçimine çevirmek. Anımsama tekniklerinin çoğunun ana fikri belleğimize gönderilen sıkıcı bilgileri, çok renkli, çok heyecan verici ve daha önce gördüğünüz her şeyden farklılaştırıp asla unutamayacağınız biçime getirmek. Bu dönüşüm ne kadar absürd, cinsel içerikli ya da komik olursa çağrışım bir o kadar kolaylaşıyor. Yani Melik Abi, hakkını yemişiz bunca senedir, affet.

Bellek mevzusu, aslında hayati önem taşıyor. Bilinç, yaşamını değerli kılıyor. Zaman kavramı da bellek ile değer kazanıyor. Bellek olmayınca zaman gibi bir kavramdan söz etmek anlamsızlaşıyor.  Neticede insan hatırladıkları ölçüsünde yaşadığı için, belki de hafıza gelişimi daha uzun yaşıyormuşuz gibi hissetmek için öznel zamanımızı genişletmek anlamına gelebilir.

Bu konuda bilim tarihinin en ilginç deneylerinden birini kendi üzerinde gerçekleştiren Michel Siffre, 1962 yılında yeraltında bir mağarada, saat, takvim olmadan ve güneş ışığı görmeden mutlak izolasyon içinde iki ay yaşamıştı. Bedeni ona emrettiği zaman yemek yiyip uyuyarak, ‘zamanın ötesinde’ yaşamanın insan hayatının doğal ritimlerini nasıl etkilediğini keşfetmeyi ummuştu. Siffre’nin belleği çok hızlı çöktü. Kasvetli, karanlık günler birbirine  karıştı, ayırt edilemeyen, sürekli bir bütünlük biçimini aldı. Şiddetli unutkanlık ortaya çıktı. Kısa süre içerisinde uyku düzeni bozuldu. Bazı günler 36 bazı günler sadece 8 saat uyanık kalıyor, ancak bir farklılık göremiyordu. Deneyin sonu olarak kararlaştırılan 14 Eylül’e ulaşıldığında günlüğünde 20 Ağustos tarihi atılmıştı. Aradan yalnızca 1 ay geçtiğini düşünüyordu…

Belleklerimizin giderek zayıfladığı gerçeği, aslında birçok teknolojik gelişme ile de bire bir ilintili. Kitaptan bir alıntı ile izah etmek gerekirse: ‘…Bir zamanlar anımsamanın dışında fikirlerle yapılacak başka bir şey yoktu. Fikirleri yazmak için ne bir alfabe ne de bir kağıt vardı. Muhafaza edilecek her şey belleklerde muhafaza ediliyordu. Tekrar anlatılacak bir öykü, aktarılacak bir fikir, ulaştırılacak bir bilgi, öncelikle anımsanmak zorundaydı. Artık, anımsamak istediğimiz bilgileri muhafaza eden fotoğraflar, bilgiyi muhafaza eden kitaplar olduğu gibi, Google sayesinde insanoğlunun kolektif belleğine ulaşacak doğru arama tanımları dışında hiçbir şeyi aklımda tutmak zorunda değiliz. Bir araştırmaya göre otuz yaş altındaki Britanya halkının üçte biri, cep telefonuna bakmadan kendi ev numarasını bile anımsayamıyor...’

Valla Britanya halkını bilemem ama bizim hafızamızı kuvvetli tutmamız gerektiği kesin. Etrafımızdaki tüm teknolojik gelişmelerin yanısıra, bizleri ayakta uyutan medyanın da toplumsal hafıza çöküşü yaşamamızda büyük etkisi var tabi. Toplumu rüzgar nereye eserse oraya savrulan zombiler haline getiren gündem karmaşası ve anestezik medya anlayışı karşısında belleklerimizi canlı tutmak gerçekten çaba istiyor.

Özellikle toplumsal belleğimizin zayıflığı ile ünlü bizlere, sanki ‘dungeon’, ‘posterity’ ya da ‘revenue’ gibi kelimelerden ziyade, 'Deniz Feneri', 'kayıp trilyonlar', 'darbeler', 'katliamlar', 'zamanaşımları' gibi kelimeleri hafızamızda tutmamızı sağlayacak Mega Toplum Hafıza Seti sunacak bir Süper Melik Abi’ye ihtiyacımız var sanırım.

Kurtar bizi, neydi adın Memik mi Namık mı neydi bak unuttum şimdi...

Sevgiler,
Mert

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder