2 Ocak 2012 Pazartesi

Sensizlik...


Sensizlik…


İşte yine o bildik ses… Her sabah, değiştirmeliyim diyorum bu alarmın sesini.. Ama yerine koyacağın hangi ses, beni sıcak yatağımdan kalkmaya zorlamakla yükümlendikten sonra kulağa hoş gelebilir ki? İşte… Yine başlıyoruz. Oysa ki biraz önce hiç bilmediğim bir yerde dillerini bile bilmediğim insanlarla sohbet ediyordum. Taa ki bu aptal sesi duyana kadar. İnsanın hayatından çalıyor diye zamanında bir hayli hakkını yediğim uyku, bu kadar tatlı olmak zorunda mısın? Seviyorum seni. Beni biraz önce ilk defa gördüğüm insanlarla bilmediğim bir dilde konuşturan kudretininin kölesi olmaya hazırım. Hazırım, bilinçaltımın bana oynadığı bilinç dışı oyunları bilincimin kir tutmuş oyunlarının yerine geçirmeye…

Lanet olsun, geç kalıyorum. Her şeyin sorumlusu o sesi giderek artan cep telefonuna açabildiğim sol gözümle şöyle bir ters bakış, ve rutinimi isteksiz kucaklayış… Sahi tembelleştim mi ben? Neden daha zor kalkar oldum sabahları yataktan? Bu iğrenç sesi her duyduğum andan tam iki saniye sonra seninle ayrıldığımız gerçeğini hatırladığım için mi? Kalkıp da yüzümü yıkarsam her şeyin daha gerçek olacağından korktuğum için mi? Aralanmış, çapaklı gözlerle bakmak dünyaya, bazı gerçeklerin üzerini örter mi? Acılarımı azaltır mı ya da? Nafile… Faydası yok. Sen yoksun artık o yatakta. Halbuki biraz daha uyusam, geçecek gibi bunların hepsi. Belki de şimdi rüya görüyorumdur. Bir uyanacağım ve yanımda sen, bana doğru kıvrılmış uyuyorsun mışıl mışıl… Hareketlenmeme tetikli, kımıldanıyorsun sen de. Ufak ağız şapırdatmaları sonrası, savuruyorsun sağ kolunu göğsüme doğru… Eeee!!! Yine o ses! Anladık, rüya değil bu! Rüya içerisinde uyanıp alarmı erteleyip yeniden uyanmak bir rüya için fazla detaylı düşünülmüş bir senaryo. Kalktım tamam. Lavaboya gidiyorum. Üf.. İstem dışı  aynaya baktım yine. Yansımamı görmek istemiyorum. Eminim o da beni görmekten hoşnut değil. Sevmiyoruz birbirimizi şu aralar. Ama geldik bir kere göz göze…’Şu tipe bak’ diyor; sanki kendisi çok farklıymış gibi. Üstellik bu onun yine en iyi hali…Hele görse kendini bir kaşığın üstünde, ya da dolmuş dikizinde… Sen gittin gideli küsüz bir birimize. Bir aralar sevimli gelirdi kerata. Yakışıklı bile dediğim zamanlar olmuştu hani. Ama şimdi… Ölü gibi bakıyor yüzüme. Duygusuz, ifadesiz. Zaten bozuk olan moralimi daha da paralıyor namussuz.

Bakayım… Mutfaktan da ses gelmiyor. Biz iyiden iyiye ayrıldık galiba. Sokakta top tepen her çocuk arasındaki ‘atan alır’ gizli antlaşmasına mukabil ‘kalkan kahvaltıyı hazırlar’ kuralı da bizimle beraber yok oldu gitti sanırım. Ben senin için hazırlarmışım kahvaltıları. Kuru kahve lüks oldu şimdi. Benim diyen diyetisyen su dökemez eline herhalde. Diyordun ya birkaç kilo versem iyi olacak diye, hiç durma, ayrıl kendinden. Benden teminat, ne yemen kalıyor ne içmen… Az az ve sık sık yemiyorsun… Tuzu biberi olarak da bol bol ve yine sık sık özlüyorsun. Üç beyaz zaten yasak. Ne ütülü beyaz bir gömleğin kalıyor evde, ne kendine şöyle bembeyaz, temiz bir sayfa açabiliyorsun ne de hayata dair beyaz düşlerin kalıyor… Varsa yoksa aynada sana bakan bu bembeyaz muşmula surat!!

Bir insan hem evden çıkmak istemeyip, hem de çıkınca eve dönmek istemeyebilir mi? Nedir istediğim? Daha doğrusu bir şey istiyor muyum ben? Sen çıkınca hayatımdan, istediğim bir şey kalmadı mı? O kadar çok şey istemiyorum ki… Evden çıkmak, çıktığım eve girmek, yataktan kalkmak, uykuya dalmak, işe gitmek, işten dönmek... İstemiyorum bunları… Peki bir insanın istemedikleri içinde birbirinin karşıtı kavramların olması normal mi?

Ne yapıyorum ben Allah aşkına? Azıcık toparlayayım kendimi ve giysilerimden en az kirli ve en az ütüsüz olanları birbirleri ile eşleştirip giyeyim. Eşleşmelerine de lüzum yok gibi sanki. Sensizlik insanda farklı bir moda anlayışı yaratıyor. Alabildiğine özgür ve çılgın! Bana göre sensizlik insanın kendisine yakışanı giymesidir.

Kahveyi koydum mu? Hayret… Kahvenin kokusu da senin peşine takılıp çıkmış gitmiş bu evden. Mis gibi kokmuyor sanki demlediğim kahveler artık. Ya da burnumu temizlememin vakti geldi. Tadına bakayım… Cık. Yine bir şey eksik gibi tadında. Sanki metalimsi gibi tadı. Sade yaptım oysa. Her zamanki gibi kremasız, sütsüz. E şeker de attım bir tane. Söyle, ne yaptın kahvelerime?

Yatağı yeniden bozacağıma göre, toplamama gerek yok sanırım. Zaten ara sıra kanepede uyuyorum. Hele beynimi uyuşturmak için televizyonu açıp hiç takip etmediğim bir dizi yakalayıp boş boş ona bakarken içim geçerse değme keyfime. Çünkü genelde katlanamıyorum televizyona. Kapatınca oluşan sessizlik ise beni çıldırtıyor. Hemen radyoya sarılıyorum. Romantik kuşağa denk gelirsem hepten dağılıyorum. Çünkü bu sefer televizyon gibi kolayca kapatamıyorsun da. Bazı şarkılar hançeri sırtından saplıyor insana. Arkanı dönüp de müdahale edemiyorsun. Verdikleri acı, içinde morfin etkisi de barındırıyor. Acı çekerken uyuşuyor, uyuşurken acı çekiyorsun… Tuhaf. E bu ruh haliyle yazlık diskolarda gümbürdeyen içi boş şarkıları dinleyecek de değilim. Sessizlik desen hepten delirtecek beni… Neyse toplamayayım işte yatağı. Ben yoksa yatağı da mı sana topluyordum? Sahi ben kendim için ne yapıyormuşum?

Böyle giderse, geç kalacağım. Zaten iş yerinde soluk benizli olarak anılmaya başladım, şimdi bir de neden geç kalıyorsun, bir şeyin yok ya muhabbetlerine katlanamayabilirim.

Çok şükür evden çıkabildim. Artık kendimi kapısı açıldığında içinden insan akan şu tıklım tıklım dolmuşa atabilirim.

‘Parasının üzerini alamayan, sevdiğine kavuşamayan var mı?’
‘Pardon, şuradan bir hastalıklı yalnız uzatabilir misiniz acaba? Kıçına Tekmeyi Yiyenler Yokuşu’nda ineceğim.’
‘Yalnız ileride çevirme var, şu kavşağa kadar çöküp cenin pozisyonunda ağlar mısınız?’
‘Müsait bir yerde ölecek var!...’

mert

3 yorum:

  1. Alarm yüzünden eşinden 10 dakika önce uyanan Mert'in, uyuyan Bengisu'ya bakıp ne kadar sevdiğini düşünmesi üzerine yazılmış; eller rakı kadehine uzanmadan gönülleri gıdıklayan bir yazı..

    YanıtlaSil
  2. en güzel ayrılık yazısı ayrı değilken yazılırmış mirim :)

    YanıtlaSil
  3. Çok iyi. En güzeli ise; okuyucunun, yazılanların kime ait olduğunu görmeden anlayabilecek noktaya gelmesidir; bu da yazarın marifetidir.

    ve elbette; marifet iltifata tabiidir.
    Eline ve zihnine sağlık.

    YanıtlaSil