‘Kehanet’ kavramını duyunca, hadiseye istemsiz olarak mesafeli yaklaşıyor insan. Ama gelecek ile ilgili tahminler dinlemenin de karşı koyulamaz bir albenisi var, kabul edelim. Yoksa neden Nostradamus’u, kahve fallarını, türlü türlü medyumları veya ‘astroloji’ bilimini günlük burç fallarına indirgeyerek bizimle alenen dalga geçen uzmanları ‘ne demiş, ne olacakmış’ diye ağzımız açık dinleyelim ki? Amaç, sıkıcı ve rutin hayatımıza ilişkin ‘ileride renkli şeyler olacak’ tesellisi veren saçmalıklara biraz olsun inanarak kendimizi kandırmaya çalışmak. Nitekim, kıyametin kopacak olmasına (ben de dahilim sanırım) ‘oh lan, ilginç bişiler olacak sonunda galiba’ diye sevinenler bile var.
Sanki kehanetlere inanmak, bol aksiyonlu ve efektli Hollywood filmlerini izlemek gibi. ‘Gerçek hayatın bu kadar sıkıcı olduğu’ gerçeğinden bir anlık sıyrılma ihtiyacı…
Kehanetlere mesafeli yaklaşmakta elbette akıl sağlığı açısından fayda var. Ancak tarih, (bilimsel gerçeklere dayanan) gerçekleşmiş kehanetlerle dolu.
17-18. yy. dan bir örnek vermek gerekirse ünlü İngiliz gökbilimci, meteorolog, matematikçi, fizikçi, mucit, boat trip, rent a car, halı yıkama… Edmond Halley’i ele alabiliriz. Tanıtımı biraz uzatmış olabilirim. Bunu değerli bilim adamına saygısızlıktan ziyade, aksine saygı göstermek adına yapıyorum. Bu dönem bilginlerinin her konudaki merakı ve uzmanlık çabası her daim beğenimi toplamıştır. Günümüzdeki gibi tek bir dalda uzmanlaşma, bokla püsürle uğraşma diye bir durum söz konusu değildir. Dönem, her alanın keşfe açık olduğu, özellikle matematik, fizik, astroloji ve felsefenin iç içe çalışılması gereken, tabii haliyle keşiflerin ve teoremlerin tavan yaptığı altın bir dönemdir.
Neyse efenim, Halley Kuyruklu Yıldızı’nın isim babası olan Edmond Halley, bir çok bilim adamının aksine oldukça zengin, tuzu kuru bir ailenin ferdiyken (babasının sabun fabrikası vardı, o dönemde sabun işinde iyi para varmış), paraları karı kızla ezmek varken nedense kendini gök bilimlerine adamış, hatta henüz 20 yaşındayken yıldızları gözlemlemek için o sıralar ıssız bir ada olan St. Helena’da üç ay tek başına kalmıştı. Burada birçok yıldızın konumunu saptadıktan sonra büyük projesi Halley Yıldızı için kolları sıvamıştı. Ancak yıldızların yörünge hareketlerini tanımlayacak düzeyde kütle-çekim bilgisi olmadığı için işin içinden bir türlü çıkamıyordu.
İşte bu sırada imdadına Newton Usta yetişti. ‘Usta’ deyince de pideci gibi oldu ama sanırım Sir Isaac Newton’u tanıtmam yersiz olur. Aslında kim kimin imdadına yetişti orası da meçhul. Zira Newton, kütle çekim prensiplerini teoremlerle ispatlamış, hatta bu çalışmayı kaybetmişti. Çalışmayı tekrar yürütse dahi yayınlayacak maddi durumu yoktu. Ayrıca Newton, (haklı olarak) ,biraz da çalışmalarının çalınmasından korktuğu için, teoremlerini kendine saklıyor, kimseyle paylaşmıyordu.
Halley, Newton’a açıldığında (derdini söylemeyen derman bulamaz), Newton kendisine bu teoremden bahsetti ve tuzu kuru Halley, büyük bir hevesle Newton’un çalışmalarına sponsor oldu. Bence tarihte çığır açan bu iki keşfin, birbirlerinden destek alarak hayat bulması, oldukça etkileyici bir tesadüftür. Hikayenin sonunda, herkes mutluydu: Newton, kütle çekim prensiplerini açıkladığı, ‘Philosophiae Naturalis Principa Mathematica’ adlı çığır açan eserini yayınlayabildi. Halley ise, o meşhur yıldızın yörüngesini hesaplayabildi.,
Bunun şimdi kehanetle ne ilgisi var diye soracak olursanız, Edmond Halley, 1705 yılında, bu kuyruklu yıldızın, her 75-76 yılda bir dünyaya yaklaştığını ve 1758 yılında bu yıldızın dünyadan gözlemlenebileceğini iddia etti. O dönemde büyük tepkiler aldı. Palavracılıkla suçlandı. ‘Nasıl olsa o zamanları göremem diye sık anasını satiim’ tipinde yorumlara maruz kaldı. (O dönemde Halley’in Türkiye’de bir köy kahvesinde oralet içip çalışmalarını anlattığına dair net bir kanıt yoktur.) Ancak ölümünden tam 16 yıl sonra iddia ettiği tarihte Halley yıldızı dünyadan çıplak gözle bile gözlemlendi. Rahmetli de ‘Yaşasaydı Nooldu? Göt oldunuz mu?’ Diyecek Ünlüler’ arasında yerini aldı.
İsterseniz biraz da günümüze dönelim. Aslına bakarsanız, günümüz yaşamında kıyametin tanımı oldukça önemli. Yeryüzü ortadan ikiye yarılacak, gökyüzü kızıl olacak, güneş batıdan doğacak, uzaylılar gelip hepimizi yiyecek gibi senaryolardan biraz sıyrılırsak, günümüz insanlığının başına gelebilecek en büyük felaket, şüphesiz, dünya genelinde bir enerji kesintisidir. Günümüz insanının en büyük bağımlılığı enerjidir. Durumu anlamayanlar için, enerjinin kesintisi ile birlikte ancak bataryalarınızda kalan enerjinin elverdiği müddetçe facebook’a girip sevimli kedi resimlerine bakabileceğinizi belirtmek isterim. Ya Farmville hayvanlarınız aç bilaç kalırsa? Tehlikenin farkında mısınız?
Her ne kadar bu konu şu anda televizyonda gösterilmekte olan ‘Revolution’ adlı dizi tarafından boku çıkarılarak irdelense de, büyük enerji kesintileri aslında çok da uzağımızda değil. Şu 21 Aralık günü bir de ben kahinlik yapmak istemem elbette, ancak büyük enerji kesintileri tamamen Güneş’te meydana gelen fırtınalara ve bu fırtınaların boyutlarına bağlı.
Güneşin etkinliği 11 yıllık çevrimler halinde iniş çıkışlar gösteriyor ve bilim insanları onlarca yıldır uzay fırtınalarının Dünya üzerindeki etkisini düzenli olarak ölçüyorlar.
Teknoloji ilerledikçe ve bununla birlikte insanoğlunun ‘enerji’ kavramına bağımlılığı yükseldikçe, böyle bir kesintinin yaratacağı kaos ve problemler dizisi de artıyor elbette.
Yeryüzünün büyük bir fırtınayla karşı karşıya kalma olasılığı değişmedi, ancak bunun yaratacağı zarar, uzay kaynaklı iletişim ve konumlama teknolojilerine olan bağlılığımız sonucu giderek büyümekte...
National Geographic dergisinde yer alan ilginç bir makaleye göre, ekstrem fırtınalar, Dünya’nın büyük bölümünde meydana gelen voltaj artışları şebeke çöküşüne neden olabilecek düzeyde. Bu durumda, GPS ve konumlama sistemleri çalışmayabilir. Böylelikle, uzay araçları iletişim kopukluğu yaşayıp yörüngede kalmakta zorlanabilirler. Güneş fırtınaları ayrıca iletişim uydularında bulunan elektronik aletleri de etkileyebiliyor. Onları yörüngede sürüklenen, Dünya’yla ilişkisi kalmamış ‘zombi uydu’ lara dönüştürüyor. Yani bizler 21 Aralık sonrası zombilere dönüşmesek de uydularımız bu tehlikeyi yaşıyor.
Mayıs 1921’de meydana gelen örneğe benzer bir Güneş fırtınasının günümüzde Güney Amerika’nın yarısında elektrik kesintisine yol açacağı söyleniyor. 1859 yılında meydana gelen çapta bir fırtınanın ise şebekenin tamamını çökerterek, yüz milyonlarca kişiyi aylar boyunca elektriğin olmadığı bir yaşam biçimine geri döndürebileceği yönünde iddialar var. Güneş’le Rus ruleti oynuyoruz gibi…
Eh neticede hayat bir Rus ruleti…
Hepinize iyi kıyametler dilerim efenim…
Sevgiler
Mert
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder