Öyle boş boş bakakalmışım seni dinlerken…
Savaş filmlerinde yakınına bomba düşen askerlerin kulağındaki çınlama misali, tam da üzerime yediğim bombadan sonra, kulağımdaki uğultu eşliğinde uzun uzun ciddi açıklamalar yapan dudaklarını izlemişim…
Dekorum, sonbahara yenik düşen sararmış yapraklarının, hafif lodos eşliğinde üzerimizden süzüldüğü hüzünlü bir çınar ağacının altıydı. İnceden çiseleyen yağmur, sonraları ‘aşıkıslatan’a dönüyordu. Kısacası klişelerle, sessizliklerle ve kimi zaman aşırılıklarla, gerginliklerle bezeli bir sanat filmi vardı kafamda. Sonlara doğru tempo artacak, bağrışmalar, itişmeler, ağlamalar, tutkulu sarılmalar ve yine sessizlikler falan olacaktı…
Yıkılmam, sinir krizleri geçirmem, elime geçeni coşkulu bir şekilde sağa sola fırlatmam gerekirken feri sönmüş gözlerle dinlemişim seni. Az önce kebap üstü künefe yemiş bir insanın rehavet ile zafiyeti aynı potada eriten baygın bakışları kaplamış yüzümü. Oysa amma da çalışmıştım ‘Fakat, nasıl olur?’ tonlamalarına… Senin repliklerini bile ezberlemiştim. Sen, rolünü gayet güzel canlandırırken, senaryoya bu denli hakim ben, o an gelip çattığında far görmüş sincap gibi kalakalmıştım.
İçimdeki senin, zaten seninle, bizimle bir ilgisi yokmuş anlayıverdim o an… Mesele benimle ilgiliymiş…
Sanırım o yüzden, donuk gözlerle ‘Bitmesi ikimiz için de daha iyi, yürümüyor’ diye çıkageldiğinde pek üzüldüm, çok şaşırdım diyemem… Neticede, bu ayrılığı defalarca kafasında yaşamış bir adam duruyordu karşında.
Babasının uyurken anlattığı masalları gözünde canlandırıp, onlara tüm temiz kalbi ile inanan bir çocuk gibi sevmişim ben seni. Bu aşkta benim kahramanlarım, efsanelerim varmış, yeni anladım… Sana bunu anlatmam, hissettirmem çok da mühim gelmedi çok zaman. Dedim ya, mesele benimle ilgiliymiş…
Sen çıkıp gidince o kapıdan, bizi baş başa bırakmış oldun o gün. Çok tuhaf ama ferahlayıverdik birden. Üzerimizden büyük bir ‘sen’ kalktı. Pek bilmesen de, bize pek de ayak uyduramaz olmuştun son vakitlerde… Seçimini yapman gerekliydi pek tabii: ayak uydurulacaktı, ya bize, ya hayata…
Büyümenin, yalnız kalmak anlamına geldiğini yeni yeni idrak ettiğim yıllardı… O sıra tutunmuştum ‘sen’ fikrine dört elle. Belki yalnızlıktan korktuğum için, belki ondan hoşlandığım için… Gerçi şimdi düşündüm de, sanırım her ikisi de. İnsan korktuğu şeyden aynı zamanda hoşlanamaz mı?
Şimdi yalnız değilim aslında. Yalnızlar böyle hissedemez, çok yalnız kalmış biri olarak iyi bilirim. Bir tek o meşhur hayalinin üzerinden siluetini silmek kaldı. Onu da zamana bırakmadan montajda hallettim mi, sen sağ, ben selamet…
Bu güzel ilişkiye vesile olduğun için elbette teşekkür ederim. Ama misyonunu tamamladığını, artık aradan çekilmen gerektiğini, benden önce görüp, bana söyleyebildiğin için daha fazla minnettarım sana…
Artık büyüttüğüm senle baş başayız. Ne hayal kırıklığı, ne küskünlük…
Mutluyuz biz bize…
‘Kamera! Motor!’ ...
‘Ayrılalım mı? Fakat nasıl olur?’
Sevgiler
Mert
çok güzel... hangi edebi eserden alıntı diye sormadan geçemeyeceğim. yüreğine sağlık...
YanıtlaSil