...Tuvaca, dünyadaki pek çok küçük dilden biri. Yedi milyarlık dünya nüfusunu oluşturan insanlar, 7 bin civarında dil konuşuyorlar. Rusya’daki Tuva dilini konuşanların sayısı ise yalnızca 235 bin.
Tuvalılar, geçmişin önlerinde uzandığına, geleceğin arkalarında kaldığına inanıyorlar. Onlar için ‘gelecek’, ‘geri gitmek’ anlamını taşırken, ‘geçmiş’, ‘ileri gitmek’ anlamını taşıyor.
Songgaar: Geri gitmek, Gelecek
Burungaar: İleri gitmek, Geçmiş...
İster yaradılışa, ister evrim teorisine inanın, bir şekilde ayak bastı insanoğlu bu dünyaya… Ve basar basmaz onu değiştirmek için kolları sıvadı. Bir kere dünyanın çok renkli, capcanlı bir yer olduğunu keşfetti. Hayat keşfedilecek renklerle doluydu! Bu kadar renk göz bozar, bu kadar canlılık çok yorar diye düşündü…
Bir bir renklerini sildi dünyanın. Herkesi, her şeyi kendine benzetmek, çeşitliliği azaltmak için var gücüyle çalıştı. En iyi bildiği şeyi yaptı hep… Savaşlar çıkardı, sınırlar çizdi, sömürgeler kurdu, yıktı, yok etti, ezdi…
Baş edemediği kültürleri ise uzun vadede asimile etti. Bunları yaparken de, ‘tüm kültürleri kucakladıklarına’ dair gövde gösterilerini ihmal etmedi pek tabii…
Tüm bunları yapabilmek için birçok rejim geliştirdi aklınca. Ahlak değerlerini, dini inançları, milli duyguları, dürtüleri, değer yargılarını kullandı, manipüle etti. Taraflar, çatışmalar yarattı. Kendisinden bir şekilde farklı olana tahammül edemedi hiçbir zaman…
Rejimler demişken, ne çok ‘-izm’ gördü bu dünya… Elbette ki hiçbiri, ‘kapitalizm’ ve ‘sosyalizm’in büyük savaşı kadar etkilemedi yaşamları. İkisi de aralarında ‘tek tip insan’ yaratma konusunda senelerce birbirlerini suçlayıp durdular. Taa ki, 90’lı yıllarda doğu bloğunun çökmesiyle kapitalizm, sazı eline alana, egemen bir dünya düzeni haline gelene kadar…
Paylaşımı, eşitliği, sosyal düzeni, ihtiyaca göre üretimi, bilimi ve sanatı felsefi bir düşünce ve eylem biçimi olarak kabul eden sosyalizme galip gelinmişti sonunda... Sosyalist rejim, uzun süre, bireysel çıkarlar yerine toplumsal çıkarların gözetildiği herkese iş, ekmek, ücretsiz eğitim, ücretsiz sağlık, herkese insan onuruna yakışır bir yaşam sağlama düşüncesi, birbirine yakın bir genel yaşam standardı ortaya koyması yönleriyle kapitalistlerin ‘tek tip insan yaratma’ eleştirilerinin hedefi olmuştu.
Bunda elbette pek insanca ve naif duygularla yola çıkılan bir rejimin, uygulama alanında içe dönük diktatörlüklere dönüşmesinin büyük etkileri vardı. Neticede sosyalist ülkelerdeki uygulamalar, hızla globalleşen dünya düzeninde ‘tek tip insan’ yaratma suçlamalarına karşı konamayacak bir düzen kurmuştu. Eh, tüm dünyaya sırtını dönen bu sistem, bir şekilde kendini yok etti.
Peki Kapitalizm ne yapacaktı? Vadettiği serbest rekabet ve piyasa ekonomisi, özel mülkiyet ve sermaye birikimi hakkı, insanların istedikleri kadar mal mülk sahibi olabilmesi gibi imkanlar açısından çok daha cazip gözüktüğü açıktı. ‘Renkli insanlar’, ‘renkli hayatlar’ sunma ihtimalinin daha yüksek olduğu ortadaydı.
Ancak gelinen noktadan bakıldığında, emeğin sömürüsü, insanların uzun vadeli borçlandırılması, sosyal imkanların yok edilmesi, giderek sıklaşan ekonomik krizlerden beslenilmesi, ihtiyaç fazlası üretim ve bunun sonucu oluşturulmaya çalışılan tüketim toplumları, giderek ucuzlayan iş gücü, artan gelir uçurumları, sürekli olarak yaratılan artı değerlerle oluşturulmaya çalışılan sermaye birikimleri gibi, birbirlerine bağlı veya birbirlerinden beslenen uygulamalar sonrası açıkça ‘tek tip insan’ yaratımında, suçladığı sosyalizmin çok çok ilerisinde bir başarı sahibi olduğu şüphesiz...
Kısacası, insanoğlu bir şekilde hayatı renksizleştirmeyi, insanları tek tip hale getirmeyi ve mutsuz olmayı hep becerebildi. Toplumsal belleklerin silindiği, her değerin hızla tüketildiği, tarihinden, kültüründen ya da geçmişinden bihaber, yalnızca daha fazla kazanç ve daha fazla tüketim peşinde koşan borç sahibi toplumların oluşturulduğu bir düzen, ‘tek tip’leşme adına daha fazla ne yapabilir ki?
Yazının başında bahsettiğim Tuvaca diline gelince… Elbette ki, egemen dillerin baskısı altında diğer yok olan birçok dil gibi Tuvaca da tarih perdesinden silinip gidecek… Bir dilin yok olması, bir kültürün yok olmasıdır. Ve biz, ileride, ‘tek tip’ yaşam düzenimizde yok olmuş bir dilin, geçmişin önümüzde uzandığını, geleceğin arkamızda kaldığını belirten bir renge sahip olduğunu asla bilemeyeceğiz.
Kim bilir, belki de geleceği görmek için hakikaten dönüp bir geçmişe bakmak konusunda haklıdırlar…
Sevgiler
Mert
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder