21 Kasım 2012 Çarşamba

kırmızı kazak erkeği...


Şimdi tam konuyu hatırlamam çok zor. Ama zaten bu tip durumları o kadar sık yaşıyorum ki, hangi birinden bahsedeyim bilemedim.  
Metafor dolu bir örnekle genelleyerek, şöyle kabaca izah etmeye çalışayım:
Bir masa etrafına çevrelenmiş oturuyoruz.  Bir sandalyenin üzerinde benim kırmızı kazağım asılı. Kazak, az önce de belirttiğim gibi benim ve benim olduğu kadar da kırmızı. Bu konuda en ufak bir şüphem yok. Masanın en heyecanlısı ve popüleri, ‘Bu yeşil kazağa da bayılıyorum. Bunun esas en kalitelisi bilmem ne mağazasında satılıyor. Aslında kumaşı da şuradan ithal ediliyor bıdı bıdı dıv dıv…’ diye anlatmaya başlıyor. Üçüncü kere belirtmekte fayda görüyorum: Kazak benim ve kırmızı! İşte ben, böyle durumlarda kazağımın kırmızılığını savunamıyorum çoğu zaman.  Denediğimde de yüzüm, kazağımdan daha kırmızı oluyor.
Bir halsizlik, isteksizlik çöküyor üzerime. ‘Bir dakika, bir dakika… Bu kazak gayet de kırmızı!’ diyemiyorum. Karşımdakinin hevesini kırmaktan çekinmemden midir, genç yaşta üzerime çöken anlam veremediğim ölü toprağından mıdır bilmem, uzun uzun kazağın ne kadar yeşil olduğunu dinliyorum sonra…
Kızıyorum kendime. ’Toparla kendini, münakaşa et, tartış! Adam gözünün içine baka baka bilgiçlik taslıyor, hem de yanlış bilgi üzerinden’ diyorum. Sonra tatlı bir uyku basıyor işte…
Bazen, altına müteahhit kocası tarafından cip çekilmiş çiğ kadının yollardaki özgüveni gibi boş bir cahil cesareti kaplıyor içimi hayata karşı… Motivasyon doluyorum. Bazen de kredisi bitmemiş otosunu sağdan sağdan kullanan emekli muhasebeci gibi tedbirli ve huzursuz oluyorum.  Tedirgin muhasebeciler, çiğ kadınlara baskın geliyor benim temkinli ve gereğinden fazla nazik yaşantımda… Ya kırarsam, incitirsem karşımdakini diyorum. Sanıyorum, münakaşa özürlüyüm. Hem de bonus üşengeçliğimle birlikte…
O zaman da şunu sormak gerekiyor. Bildiklerimi savunmayacak ya da paylaşmayacaksam bildiklerimin benim için anlamı, artısı ne? Etrafımdaki fikirlere dokunmuyorsam neden bu kadar bilme çabası içindeyim? Misal, bir taksici ile siyaset tartışmaya üşeniyorsam neden hakim olmaya çalışıyorum ki konuya? Değil mi ama?
İşte bir günü daha böyle doz aşımı kibarlıklarla, alttan almalarla, suni tebessümlerle geçiriverdim. Benim huyum bu sanırım:  Can çekişen, nefessiz bırakan, sıkıcı sohbetlere, ‘suni tebessüm’ uyguluyorum.
Yüz kaslarımı ağrıtacak uzunlukta tebessümler eşliğinde, hiç hazzetmediğim muhabbetler dinliyorum . Kibarlaştıkça kırılıyor, kırıldıkça değersizleşiyorum aslında. Çünkü nezaketin prim yapmadığı, saygısızlığın ve agresifliğin yüceltildiği dönemlere uymuyor bu çıtkırıldım hareketler. Dinlemeden ve tam olarak bilmeden konuşmanın, boş da olsa illa ki konuşmuş olmanın galip geldiği günlerdeyiz bir kere. Nereden bulaşmış bana bu nezaket diyeceğim ama genetik bilim tüm yanıtları zaten apaçık ortaya koyuyor zaten. Arkadaş en azından karakterimizi kromozom kardeşlerin eline bırakmasaydık…
Hal böyle oldukça, benim kazak yeşil kalacak sanırım…
Şöyle ışıkta bakınca yeşil gibi de aslında… hmmm…
Sevgiler
Mert

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder