Projektörle yansıtılmış kocaman bir meme vardı perdede….
Şişkin karınları sınırları zorlayan yaba ayaklı, paytak kadınlar ve onlardan kalan yerlere sıkışmış telaşlı kocaları ile tıka basa dolu bir sınıfta, perdedeki devasa memeye bakıyorduk hep birlikte … Eğitimi veren hemşirenin, ‘korkacak bir şey yok’ vurgusuna tezat, endişeli yüzler ve ‘sorum geldi’ ifadeleri hızla artmaktaydı. Telaşlanmaya, korkmaya hiç gerek olmadığının defalarca dikte edildiği bu havasız ortamda, insan başına gelecekler için işkillenmeden edemiyordu...
Hayatımızın buraya kadarki kısmını bir çift meme görmek uğruna heba eden biz baba adayları ise, peşinde koştuğumuz mefhumun bu denli hızlı metamorfoza uğramasının şaşkınlığı üzerimizde, feri sönmüş gözlerimizle perdedeki devasa memeye bakıyorduk.
Meme, sunumun ikinci sayfasında, ‘teknik’ bir çizim ile şeffaflaşıyor, süt kanalları detaylandırılıyordu. Fazla detay, bizi bozmuştu. Bu kadar meraklısı olduğumuz bir uzvun tüm detayları önümüze serildikçe ‘amaç’tan (görmek, ellemek…vs) ‘araç’a (emzirmek, beslemek… vs.) hızla kat edilen bu zorlu yolda, cinsel kimliğimizi kaybetmiş olmanın acılarını bir kenara koymuş, en azından kimliğimizin hükümsüz olması için mücadele veriyorduk… Birkaçı ile istemsiz göz göze gelmiş, birbirimizle ‘Sen de mi kardeş? Gençmişsin de… Allah kurtarsın!’ tarzında acı yüklü bakışmalar paylaşmıştık.
Bira, maç, playstation, mangal tipi gündemlerimizin yerini nasıl da bir anda süt pompaları, çatlak kremleri, meme kalkanları ve bebek bezleri almıştı? Her şey nasıl da hızla değişmişti…
Ortamdaki gerginliği dağıtmak adına ‘Skati, meme kalkanları aktif mi? Kih kih…’ şeklinde sarf ettiğim esprim, sınıfta birkaç ‘cık cık’ eşliğinde esefle kınandıktan sonra durumun vahametini anlamış, sessizleşerek sandalyemde küçülmüştüm. Burası yetişkin insanların, koca koca anne babaların olduğu bir sınıftı. Sululuğa yer yoktu…
Bir yandan sevecen ve sempatik gözükmek için cümle sonlarında sesini fazlasıyla incelterek detone olan, bir yandan da ezberlediklerini unutmamak için bakışlarını tek noktada odaklayıp, hızlı hızlı anlatmaya çabalayan hemşire hanım kızımız, elbette ki başına geleceklerden habersizdi.
Sempatik ancak vurgu özürlü hemşiremizin ezberini bozan, bizlerden çok önce gelip en ön sıraya yerleşerek anlatılanları pür dikkat dinlemekte olan meraklı çiftimiz olacaktı. Çiftimiz, bebek yapmayı bir ‘doktora tezi’ olarak algılamıştı. ‘Bizim bebeğimiz kusursuz olacak’ düsturu ile hemşirenin ağzından çıkan her kelimeyi emiyorlardı. Bazı kelimeler öyle emilime uğruyordu ki biz arka sıradakilere ulaşamıyordu.
Evet, lisede değildik ve sululuğa yer yoktu ama, lise yıllarından kalma inek öğrenci tiplemesine ne yazık ki burada da yer ayrılmıştı…
‘Pardon’ dedi…
Ezberi bozulan hemşiremiz, araya girilmesiyle anında hata vermiş, sabit bakan gözleri seğirmeye başlamıştı. Bu boşluktan istifade, konuşmayı sürdürdü:
‘Çok hızlı gidiyorsunuz, not alamıyoruz. Biraz yavaş anlatır mısınız acabaa?’
Ödemli ablamız, sitemkar konuşmasını biraz kapris, bolca da gıcıklıkla süslemişti.
Hemşiremiz, bu uyarıyı baş onayı ve hafif bir gülümseme ile geçiştirip, sunuma daha yavaş devam etmeye çabaladı. Ancak manyeli alır almaz istemsiz hızlanıyordu. Frenleri boşalmış, yokuş aşağı bir sunum tecrübeliyorduk.
‘Nefes eğitimi çok önemli’ dedi, heyecandan kendi nefesini kontrol edemeyerek. Sanırım kendi kusurunu bizlerle paylaşıyordu. Onayladım. Sunum yaparken nefes kontrolü hakikaten önemliydi. Ancak o, doğum sırasındaki kuvvetli nefes alıp vermelerden bahsediyordu. Birden köpek gibi kesik kesik soludu. Sara nöbeti diyecektim ki hemen akabinde derin nefesler alıp verdi. Bir kısa, bir uzun nefes aldı. Böyle birkaç nefes alma yöntemini ardı ardına sıraladı. Komikti… Daha komiği, bunu bütün sınıfın yapmasını istedi. En komiği, bir ara kendimi hamile kadınlarla beraber derin nefesler alıp verirken buldum. Hiç de komik olmayanı, derin nefesler alırken bir-iki baba adayına yakalandım…
Toplu nefes seansları ile biraz olsun şenlenen derse, hemen Ph.D. çiftimiz el attı:
‘Pardon, önceki sunuma tekrar dönebilir miyiz? Orayı kaçırdım…’
Halbuki hepimiz ‘orayı’ kaçırmıştık… Hızlı anlatım teknikleri onları yıldırmamış, bu sefer her slaydın fotoğrafını çekmeye başlamışlardı. İşi, hemşire hanımdan bir ‘soft copy’ isteme raddesine kadar getirmişlerdi. Aralarda cevabını bildikleri sorular soruyorlardı.
‘Pardon, bazı anne babalar bebeği ilk hafta bıdı bıdı dıvı dıv.. Ben yanlış buluyorum; sizce de yanlış değil mi?’
Sinirler o kadar gerilmiş olacak ki, ‘Çıkışta bunlardan fotokopi çektirelim’ esprim, yavanlığı ile çelişen bir sempati topladı.
‘Bunlar iyi sevişmişler valla’ diye düşündüm, işin teorisine tümüyle hakim çifte bakarken. ‘Belki de uzun uzun kağıt üstünde planlamışlardır ne yapacaklarını öncesinde: Ben şöyle geçiim, sen de şu açıyla…’
Derin düşüncelerimden alkış sesleriyle uyandım. Sanırım eğitim bitmişti. Bir bok becermişiz gibi kendimizi uzun uzun alkışladık ve kapıdan çıkarken sıkışan iki kadının çözülmesini müteakip, hızla olay yerinden uzaklaştık…
Sevgiler
Mert
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder