1 Haziran 2012 Cuma

bizim bizden büyük düşmanımız yok…



Hani diyoruz ya hep: ‘Bizim bizden başka dostumuz yok arkadaş!’ diye… Aslında hiç doğru gelmiyor, özellikle şimdilerde. Bu memleketin evlatları olarak, dünyada sevenimiz dostumuz olmadığı çok doğru. Ama bizim dostumuz biz de değiliz ne yazık ki… Bilakis, bizim bizden büyük düşmanımız yok…


Bizim kadar kendi insanına zulmeden, onu kinle besleyen, yoğuran bir toplum var mıdır acaba yer yüzünde? Öğrenebilmiş miyiz önce kendimizi, insanımızı sevmeyi de, sevgi ve saygınlık beklemişiz diğer dünya ülkelerinden? Mazimiz kanla, kendi kanımızla, işkencelerle, baskılarla, darbelerle, zulümlerle dolu değil mi? Kolay mı bu kadar badireden sonra sevmek insanı, sırf kendi insanın diye?

Hoşgörüsüyle, misafirperverliği ile, paylaşımı ile gururlanan bir toplum nasıl buralara geldi anlamak çok güç. Nasıl bu kadar kutuplaştırıldı, manipüle edildi, taraf yapıldı hayret… Nasıl da sınıflandırdılar insanları dinci, ulusalcı, kürt, alevi, laik, komünist, ermeni, ateist, rum… diye… Birimiz diyemedik mi ‘Ben insanım arkadaş! Beni böyle bilesin!’ diye?  Nasıl da ektiler nefret tohumlarını sinsice. Nasıl kırdırdılar insanları birbirlerine? Nasıl kullandılar kalplerdeki güçlü manevi duyguları ve nasıl birer fanatik yarattılar, öldürmekten, yok etmekten, saldırmaktan bir an olsun çekinmeyen? Nasıl kullandırttık kendimizi bu kötü niyetli insanlara? Nasıl olduk birden şuncu - buncu, henüz insan olmayı, vicdan sahibi olmayı öğrenemeden?

Bizleri dolduruşa getirmek, taraflaştırmak hakikaten bu kadar kolay mı? Hiç mi tarihimiz, kültürümüz, eğitimimiz yok? Burası Ruanda mı? Bizler Tutsi ve Hutu kabileleri mensupları mıyız? Bu iş bu kadar kolay mı? Biz birbirimizin boğazına çökerken kimlerin ekmeğine yağ sürüldüğünü anlamak çok mu zor? Güçlünün, çoğunluğun, azınlığı ezdiği, yaşam alanına müdahale ettiği, yok ettiği bir düzen mi olması gereken?

Bakıyorum da örfüne, adetine, ananesine, geleneğine bağlılığı ile koltukları kabaran muhafazakar geçinen insanların ölenler arkasından salyalar saçarak sarf ettiği kin dolu, hakaret dolu yazılara, söylemlere… Kanım donuyor. Utanıyorum. ‘Ölenin arkasından konuşmama’ düsturu bir kenarda dursun, gevrek gevrek gülüyorlar, eğleniyorlar bazıları. Bir de hemen yontuyorlar hadiseyi kendi fanatiklerine, ‘Bakın böyle yaparsanız, böyle ölürsünüz işte’ diye ders vermek için akıllarınca…

Ne 99 depreminde ölen vatandaşlarımızı malzeme ederek ‘7,4 yetmedi mi?’ diye soracak kadar kansız olmaktan çekindiler, ne Türkan Saylan’ın rahatsızlığı nedeniyle dökülen saçlarını o meşhur başörtüsü davasına meze etmekten utandılar, ne Defne Joy Foster için su testisini su yolunda kırmadıkları kaldı… Hep aynı kafa, aynı zihniyet… Şimdi de Meral Okay… Bu kadar kolay mı bu dünyadan tüm yaşanmışlıkları geride bırakarak göçüp giden birine böylesi hakaretler savurmak, ‘oh oldu’ demek? Biliyorum, pek çoğumuzda yok ama hiç mi sızlamaz koca bir nefretten yer kalmadığı için bir köşede sıkışmış duran ‘vicdanlar’? Bırakın rahmet dilemeyi, en azından ölene ‘susmayı’ da mı beceremez bu kalpsizler?

Bu ülkede kaç can daha harcanacak? Harcanmayla kalmayıp ölüsüne ardından salyalar saçarak hakaretler edilecek? Birbirimizden karşıt görüşlü olduklarımızı alevlerde yakacak, öldüklerinde arkalarından bayram yapacak kadar mı nefret ediyoruz? Böyle bir kini aklım almıyor.

Dedim ya, bizim bizden büyük düşmanımız yok. Böyle değildik, şüphesiz. Yoksa nasıl sarardık yaralarımızı var olma mücadelesi verdikten sonra tüm dünyaya karşı? Nasıl kurardık bir ülkeyi sıfırdan, elde avuçta olmadan? Seneden seneye bile hızla değişen değer yargılarımızı, büyüyen kinimizi korkarak ve çaresizce izliyoruz… Bir uçurumun kenarına itiliyoruz hem kasıtlı hem şuursuzca…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder