17 Nisan 2012 Salı

analar babalar... sizde nasıl yürek var?...



Çocuk arifesi çevremde gözlemlediğim bazı detaylar bana daha da itici gelmeye başladı. Hassaslaşmanın ve aşırı tepkilerin, eşimden ziyade bende gözlemlenmesi ayrı bir yazı konusu zaten. Utanmasam aşericem.

Neyse konuya dönersek, korku, telaş ve çaresizlik durumu giderek içimi kemiriyor. Çünkü insan, kısa süre içerisinde ‘bebek arabası süren depresif zombiler ‘ uygarlığının bir sakini olacağını düşününce, ister istemez ürküyor.  Algıda seçicilik mi dersiniz ne dersiniz, ben bu kadar çocuk sahibi insan olduğunu bilmiyordum arkadaş! Biz gezer eğlenirken neler dönmüş Kamil yaa?

Vücut hemen haliyle ‘ben zaten onlar gibi olmayacağım, farklı bir baba olacağım’ savunmasına geçiyor. Ancak bu durum içinizi rahatlatmıyor. Bu savunmanın hemen akabinde ‘farklı olmak için kasan ebeveynlere duyulan tiksinti’ bulandırıyor içinizi ve bu paradoks böylece sürüp gidiyor… Hamileliğin kaçıncı ayında babada mide bulanmaları başlıyordu?

Çocuk sahibi olanlarda gözlemlenen itici detayları aşağıda zaten maddeler halinde ele alacağım. Farklı olmak için kasan alternatif ebeveynlerin rahatsız edici olma sebepleri ise oldukça basit: ‘Herkesin kendini pek bir farklı görmesi…’ Memlekette herkes alternatif, herkes marjinal anasını satiim.  Çocuğum sosyal hayatıma engel olamaz düsturuyla çocuklarını her yere peşlerinden sürükleyip, çocuğu mundar, bulundukları ortamı rahatsız, kendilerini perişan edenlerden tutun, çocuk yetiştirmede geleneksel bir ekol olan ‘Saldım Çayıra Mevla’m Kayıra’ metodunu yerden yere vuran anti-gelenekselci agresif anne-babalara kadar herkes ‘o öyle değil, böyle bi kere’ havasında… Hele ki son günlerde bu işin iyice bokunun çıktığını pek saygıdeğer ‘Alicia Silverstone’ ablamızın oğlunu ‘birdfeeding’ metoduyla, yani ağzında bir miktar öğütüp, öğüttüğü bulamacı kuş misali yavrusunun ağzına kusmak suretiyle beslediği haberlerini görünce emin oldum! Çocuk yetiştirmek gibi ulvi bir kavram için bile bana ‘yok artık aq’ laflarını sarf ettiren marjinal analara babalara, teessüflerimi gönderiyorum…

Şimdi, çocuk sahibi olanlarda gözlemlenen tipik ve trajikomik sendromlara bir göz atacak olursak:

1. O Facebook hesabı senin arkadaşım:

Haliyle insan, o masum bebek resminin profil bilgilerinde ‘sevdiği müzik: Death Metal, sevdiği film: Teksas Katliamı, Testere, hobileri: Arkadaşlarla bira içmek, takılmaca…’ türünden ibareler görünce yüzüne çarpan tezat manzara karşısında bir irkiliyor.

Neticede o hesap senin arkadaşım. Ne o paylaştığın sevimli kedi videolarının, ne bilmem ne için aradığın 1 milyon kişi çağrılarının, ne o pek büyük laflar ediyorum sandığın aforizmalarının, ne de okeye dördüncü bulmak için gönderdiğin davetiyelerinin ağır vebalinden, o masum, küçücük bebeğin fotosu ardına saklanmak kurtarır seni. Silkelen ve kendine gel lütfen…

O çocuk büyüyünce demeyecek mi ‘Baba, şirketle ilgili önemli bir karar vermem lazım. Ama önce şunu sormak istiyorum: benim resmimi kullanarak abuk subuk videolar paylaşmışsınız, ayıp değil mi?’ diye?

Bu sitemlerimi, evlenir evlenmez siyam ikizi gibi yapışıp o kıç kadar profil fotoğrafı kısmına 2 kafa sığdırmak (çocuğu da ekleyip 3 kafa sığdıranlar da var) için kendini zorlayan evli çiftler de üzerlerine alabilir pek tabii ki…

2. İçimizde bebekten çok bebekçiler var…

Her ne kadar Türkçe, yazıldığı gibi okunan bir dil olsa da, bol maşallahlı ‘oğluşumun lüşüşünün bülüşü lülülülee’ şeklindeki sevmeler, yazılar, yorumlar ile, hem dilin hem de bebek gözündeki karizmanın ayaklar altına alındığı kanaatindeyim. Şimdi bir noktada hem fikir olmak gerek: Sevimli olması beklenen o yavrucuk, bizler değiliz. O, ufacık ağzında kelimeleri yarım yamalak söylerken dünya tatlısı olduğunu düşünmekte de sonuna kadar haklı. Zira bunu çoğu zaman kasten değil, konuşmayı tam beceremediğinden, bu işe yeni başladığından yapıyor. Ama kıçımızın kılları ağırmış olan bizler, eğer etraftan sempati toplamak istiyorsak bu tip şebekliklerden daha efektif yollara başvurmalıyız.

Neticede çocuk, kendinden beter şebele şübele konuşan çevresi ile, telaffuzunu geliştirmeyi bir kenara bırakalım, mevcut teleffuzundan gerilere gidebilir bile... Adam gibi ‘su’ isteyen çocuğuna ‘buuu mu iştiyoşun anneçim buuuu mu iştiyoşun şeeen?’ diyen koca koca insanlar tanıdım. Lütfen…


3. ‘Geçen bizimki bi laf etti, dondum kaldım…’

Biliyorum, herkesin evladı çok sevimli, çok akıllı ve çok özel... Bunları anlayabiliyorum. Hatta herkesin çocuğunun bir mama ya da bez reklamı yıldızı olmamasına da hayret ediyoruz falan…

Nihayetinde kendi çocuğun hakkında konuşmak, bir nevi kendi genetik kodlaman üzerinde konuşmak yan anlamı taşıdığından, herkes çocuğunun çok bilmiş, ileri zekalı ve çok yetenekli olduğunu düşünür, ya da en azından öyle lanse etmek ister. Ancak eylemi düşünmekle sınırlayan çok az ana-baba var sanırım. İnanın ben de isterdim hepimizin evlatlarının süper yetenekli ve zeki olmasını ancak istatistiklere bakacak olursak, gelecekte ülke çapında bir zeka ve yetenek patlaması yaşanması gerekiyor ki bu bir devrim olur, şov olur!


4. Bi çocuk yaptım dünya etrafında dönüyor:

İnsan sosyal bir varlıktır. Evet, çocuk sahibi olan kişi, düzensiz uykular eşliğinde asosyal bir ‘bez-meme-yeah-mama’ kısır döngüsü içine girebilir. Ondan bu süreçte sosyal çevreye müdahil olmasını beklemek bazen anlamsız kaçabilir, anlarım.

Ancak  iki laflayalım, sohbet edelim niyetiyle yanına yaklaşılan her ebeveyn, güncel mevzular konuşarak biraz kafa dağıtmak yerine, yavrusunun yaramazlıklarını, çıkardığı dişleri, bezi açar açmaz suratına işemesini heyecanlı heyecanlı defalarca anlatmaya başladığında, karşı tarafta genelde empati kurulamayan durumlarda tipik olarak gözlemlenen, sessizlik, dinliyormuş gibi yapmak, autoreply, boş gözlerle ve sırıtkan bir ifadeyle onay veren ufak kafa hareketleri, sıkılma, hybernate, tiksinme ve ‘iyi ki çocuğum yok lan, buradan çıkar iki bira çakarım’ coşkusunu da beraberinde getiriyor.

Yani tamam çocuktan falan konuşalım da, nereye kadar di mi ama? Bu çocuk meme emen, uyuyan, ağlayan, işeyen, kaka yapan ve haliyle çok da renkli bir yaşamı olmayan bir varlık değil mi? Azıcık da siyaset, spor, gündem neyin konuşsaydık iyiydi yani…


5. Bir aydınlanma çağı olarak: ‘Baba ol, anlarsın…’:

Allah’tan tüylerimi diken diken eden bu cümleye maruz kalmayacağım pek yakında… Neymiş bu baba olmak arkadaş? Tüm yaşam bilgilerinin gizlendiği bir sığınağın gizli anahtarı mı verilecek bana? Bir gizli cemiyete, kardeşliğe mi üye olacağım?  Ne anlayışsız herifmişim bugüne kadar diye kendimi sorgulayacak derecede aydınlanacak mıyım hakikaten? Nedir bu ‘wisdom’ olayı, biri bana anlatsın hemen…

Hepinizin ufak ufak tahmin ettiği gibi, korkudur beni böyle utanmazca eleştirmeye iten. Kimse üzerine alınmasın yani. Arkamda bir belge bırakayım ki, bu eleştirdiklerimi bir bir  yaparken yakalayan arkadaşlar, ‘Hani lan böyle böyle diyordun, nooldu?’ diye beni bir silkelesin…

yusuf yusuf yusuf yusuf yusuf…

Sevgiler
Mert

7 yorum:

  1. Baba uzaklardan sert vurmuş..

    YanıtlaSil
  2. kendi kaleme abanmışım ya neyse...

    YanıtlaSil
  3. Abi biz de şöyle bi grup olusturmak istiyoruz; cocugunun siradan oldugunu dusunen anne babalar. Nasil olur dersin?

    YanıtlaSil
  4. Aslında bu yazıyı seneye yazsaydın daha realist bir tavır takınmış olurdun. Zira 5. maddenden kaçma sorumluluğunu şu an daha da bir omuzlarına bindirdin. Hakem düdüğü çalmadan oynadın... :)

    YanıtlaSil
  5. mert, the Babies (2010) izledin mi,
    bir çocuk pamuklara mı sarılmalı, düşe kalka mı büyümeli.
    rica ederim izle(yin)
    sevgiler:)

    YanıtlaSil
  6. Özkan programa aldım, izlerim yakında.. ama sorunun cevabı belli: düşe kalka!
    Sevgiler
    Mert

    YanıtlaSil