15 Haziran 2020 Pazartesi

8. İyi miyiz, kötü müyüz? Peki altımız kuru mu?



Ünlü İngiliz filozof Thomas Hobbes’un o meşhur ‘İnsan insanın kurdudur’ savı malumunuz. Bu ünlü itham merkezinde günümüze kadar süregelen insanın bir doğasının olup olmadığı, varsa köklerinin iyiliğe mi kötülüğe mi dayandığı tartışmaları normalden saptığımız her durumda olduğu gibi, yaşadığımız pandemi günlerinde de üzerinde düşünülmesi gereken mevzulardan.


Hobbes, elbette insanın doğal halinin kötü ve bencil olduğunu, bu kötülüğün bir kral, bir otorite ve yasalar olmadan kontrolden çıkan bir vahşilik halinde tezahür edeceğini savunur. Ünlü eseri Leviathan’da insan doğasını ‘çekişme’, güvensizlik’ ve ‘şan/şeref kazanma arzusu’ olmak üzere üç temel üzerinde değerlendiren Hobbes’a göre insan, özünde kötü, rekabetçi, birbirini yiyip bitiren, kısacası birbirinin kurdu bir varlıktır.

Bu görüşe katılmayan Rousseau ise ilkel insan ile günümüz insanının (o dönemki günümüz 18.yy insanı) birbirleri ile kıyaslanmaması gerektiğini ve ilkel dönemlerde koşulların eşit olması sebebiyle iyilik temelli bir yaşam varken, günümüzde insanların sosyal adaletsizlikler nedeniyle kötü niyetli, çekişmeci, bencil varlıklar haline dönüştüğünü vurgular. Rousseau için insan, ‘doğası’ gereği varlığını korumak, bunun için işbirliği yapmak ve vicdanı gereği başkaları ile duygudaşlık geliştirmek ister.

İnsan doğasına ilişkin bu tartışma Platon’dan, Locke’a, Kant’tan, Camus, Sartre, Heidegger gibi varoluşçulara (ki varoluşçular insanın bir doğası olmadığını, onların dünyaya savrulan ve niteliklerini sonradan kazanan canlılar olduğunu savunurlar) pek çok filozofun değerli yorumlarıyla dönem dönem harlansa da, gerçeği anlamak için tek bir koşul gerekir: Gerçeği tecrübe etmek, yani insanın doğasına dönmesi durumu…

Günümüz modern dünyasında bu ihtimal pek bir uzak gözükse de, savaşlar, salgın hastalıklar gibi değerlerin yerle yeksan olabileceği kriz durumları, insan doğasının sınavı için nahoş ancak gerçekçi bir zemin hazırlamakta.

İşte tam da bu pandemi günlerinde, daha önce okumamış olmaktan hicap duyduğum Jose Saramago’nun ‘Körlük’ adlı kitabını okudum. Yıllardır kütüphanemin okunacaklar kısmında sayfalarını sararttığım 98 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Saramago’nun bu ünlü eseri, belki de zamanlamasındandır beni yazının girişinde yaptığım tatavalar üzerine düşünmeye sevk etti.

Benim gibi bu eseri okumayı sürekli erteleyenleri spoilerlardan korumak adına çok da detaya girmeden konusundan şöyle kabaca bahsedeyim: Salgın bir hastalık olarak yayılan körlük, tüm dünyayı ele geçirir. Böylece insan, doğasına döner ve en vahşi, en değersiz, en kötü halini alır. Kitabın yalın ve gerçekçi anlatım insanı Covid-19 pandemisinin ortasındayken doğamız üzerine düşünmeye itiyor. Körlük, her ne kadar bir metafor olarak kullanılsa da insanın çaresizliği ve yaşadığı çaresizlik karşısında inşa ettiği tüm sosyal kuralları birden yerle yeksan etmesi açısından çok çarpıcı bir örnek. Toplum denilen sosyal inşanın, benzer kriz durumları ile nasıl meşruiyetini yitirebileceğini ve insanın vahşi, bencil bir hayvana dönüşebilme ihtimalinin zannettiğimizden çok daha kırılgan koşullara bağlı olduğunu kavramak ürkütücü…

Peki biz bu durumu yaşadığımız Covid19 salgınında bir miktar simüle etmedik mi? Başları hatırlayın… Salgın, panik halinde insanların ne denli bencil ve acımasız olabileceğini de bizlere bir kez daha hatırlattı. Marketleri yağmalayan, raflarda makarna-tuvalet kağıdı bırakmayan insanlar, tıka basa stok yaptıkları evlerinde kendi kıçlarını kurtardıkları için memnun olurken, bu konuda itidalli davranan insanların akıllarına da ‘Acaba ben mi bir şeyleri yanlış yapıyorum? Bir kıtlık durumunda bu sefer ben aç-muhtaç mı kalacağım!’ endişesini yerleştirip büyük bir toplumsal huzursuzluk yarattılar.

Ayrıca eczanelere koşup steril maskeleri stoklayanlar, asıl sağlık görevlilerinin ihtiyacı olan maskeleri piyasada bulunamaz hale getirip krizin büyümesine faydada bulundular. Bu yağmadan ve üşüşmeden yararlanmak isteyen çıkarcılar ise üşüşülen malları 3-5 katı fiyata kaktırmaya başladılar. Bunların hepsi gözümüzün önünde yaşandı ve medeniyet denilen canavarın aslında canı yandığında can acıtıcı ısırıklar atacak kadar çok dişi olduğunu gördük

Bilindik bir durumdu: Çoğunluk bencildir ve sadece kendi kıçını düşünür. Tamam kıçını düşünür de tüm tuvalet kağıdı reyonlarını boşaltacak kadar mı? Herkesin aklında aynı soru: Neden tuvalet kağıdı? Konformist hayat müptezeli modern dünya insanı ne ara yiyecek yemekten önce kuru götünü düşünür oldu? Sanırım burada sorgulanması gereken, her şeyi elinin altında hazır ve bolca bulundurabilen günümüz insanının, bir kriz durumunda kolaylıkla önceliklerini şaşırır hale gelebileceği. Rasyonel düşünememe halini bu kadar belirgin gösteren bir sosyal deney yapılmamıştır herhalde: Marketlerde birbirlerinin ellerinden son kalan ruloları kapan insanlar..


Bunda etkili olan elbette psikolojide ‘social proof’ (bir nevi sürü psikolojisi) olarak geçen, ve temelinde insanın evrimsel süreçte hayatta kalma güdüsüne hitap eden, çoğunluğun haklı olduğu düşüncesine olan doğal eğilimdir. Social proof, ekonomi balonların, borsa paniğinin, toplu intiharların, ırkçılığın, her tür cemaat, parti ya da kliğin, holiganizmin, partizanlığın, faşizmin ya da aklımıza gelebilecek her türlü hastalıklı kolektif hareketin temelinde yatan güdüdür. İnsan, aklına yatmasa da çoğunluk ile hareket etmek ister. Ve her ne kadar anlamsız gelse de hayatta kalmak için çoğunluğun davranışını kopyalar. (1950 yılında Solomon Asch tarafından yapılan deney, çoğunluğa ayak uydurmak konusunda üzerimizdeki psikolojik baskının ne kadar yüksek olduğunu ortaya koyan harika bir çalışmadır, ilgilenenler inceleyebilir)

Velhasıl kelam, bu tip kriz durumlarında aklıselim davranarak içimize sinmediği halde çoğunluğun davranışlarını kopyalama yolundan kendimizi alıkoyabilmek, birden o meşhur ‘doğamıza’ dönmemek hem kendi davranışlarımız hem de toplumsal paniği körüklememek adına doğru olacaktır. Yazar W.Somerset Maugham’ın söylediği gibi, ‘Eğer 50 milyon insan aptalca bir şey söylüyorsa, bu hala aptalcadır!’

Sevgiler,
Mert

*Yararlanılan Kaynaklar:
·          Influence: Science and Practice – Robert Cialdini
·          The Art of Thinking Clearly – Rolf Dobelli
·          https://www.simplypsychology.org
·          Körlük – Jose Saramago

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder