Ünlü İngiliz filozof Thomas Hobbes’un o meşhur ‘İnsan
insanın kurdudur’ savı malumunuz. Bu ünlü itham merkezinde günümüze kadar
süregelen insanın bir doğasının olup olmadığı, varsa köklerinin iyiliğe mi kötülüğe
mi dayandığı tartışmaları normalden saptığımız her durumda olduğu gibi, yaşadığımız
pandemi günlerinde de üzerinde düşünülmesi gereken mevzulardan.
Hobbes, elbette
insanın doğal halinin kötü ve bencil olduğunu, bu kötülüğün bir kral, bir
otorite ve yasalar olmadan kontrolden çıkan bir vahşilik halinde tezahür edeceğini
savunur. Ünlü eseri Leviathan’da insan doğasını ‘çekişme’, güvensizlik’ ve
‘şan/şeref kazanma arzusu’ olmak
üzere üç temel üzerinde değerlendiren Hobbes’a göre insan, özünde kötü,
rekabetçi, birbirini yiyip bitiren, kısacası birbirinin kurdu bir varlıktır.
Bu görüşe katılmayan Rousseau ise ilkel insan ile
günümüz insanının (o dönemki günümüz 18.yy insanı) birbirleri ile
kıyaslanmaması gerektiğini ve ilkel dönemlerde koşulların eşit olması sebebiyle
iyilik temelli bir yaşam varken, günümüzde insanların sosyal adaletsizlikler
nedeniyle kötü niyetli, çekişmeci, bencil varlıklar haline dönüştüğünü
vurgular. Rousseau için insan, ‘doğası’ gereği varlığını korumak, bunun için
işbirliği yapmak ve vicdanı gereği başkaları ile duygudaşlık geliştirmek ister.
İnsan doğasına ilişkin bu tartışma Platon’dan,
Locke’a, Kant’tan, Camus, Sartre, Heidegger gibi varoluşçulara (ki varoluşçular
insanın bir doğası olmadığını, onların dünyaya savrulan ve niteliklerini
sonradan kazanan canlılar olduğunu savunurlar) pek çok filozofun değerli
yorumlarıyla dönem dönem harlansa da, gerçeği anlamak için tek bir koşul
gerekir: Gerçeği tecrübe etmek, yani insanın doğasına dönmesi durumu…
Günümüz modern dünyasında bu ihtimal pek bir uzak
gözükse de, savaşlar, salgın hastalıklar gibi değerlerin yerle yeksan
olabileceği kriz durumları, insan doğasının sınavı için nahoş ancak gerçekçi
bir zemin hazırlamakta.
İşte tam da bu pandemi günlerinde, daha önce okumamış
olmaktan hicap duyduğum Jose Saramago’nun ‘Körlük’ adlı kitabını okudum. Yıllardır
kütüphanemin okunacaklar kısmında sayfalarını sararttığım 98 Nobel Edebiyat Ödülü
sahibi Saramago’nun bu ünlü eseri, belki de zamanlamasındandır beni yazının
girişinde yaptığım tatavalar üzerine düşünmeye sevk etti.
Benim gibi bu eseri okumayı sürekli erteleyenleri
spoilerlardan korumak adına çok da detaya girmeden konusundan şöyle kabaca bahsedeyim:
Salgın bir hastalık olarak yayılan körlük, tüm dünyayı ele geçirir. Böylece
insan, doğasına döner ve en vahşi, en değersiz, en kötü halini alır. Kitabın yalın
ve gerçekçi anlatım insanı Covid-19 pandemisinin ortasındayken doğamız üzerine
düşünmeye itiyor. Körlük, her ne kadar bir metafor olarak kullanılsa da insanın
çaresizliği ve yaşadığı çaresizlik karşısında inşa ettiği tüm sosyal kuralları
birden yerle yeksan etmesi açısından çok çarpıcı bir örnek. Toplum denilen
sosyal inşanın, benzer kriz durumları ile nasıl meşruiyetini yitirebileceğini
ve insanın vahşi, bencil bir hayvana dönüşebilme ihtimalinin zannettiğimizden
çok daha kırılgan koşullara bağlı olduğunu kavramak ürkütücü…
Peki biz bu durumu yaşadığımız Covid19 salgınında bir
miktar simüle etmedik mi? Başları hatırlayın… Salgın, panik halinde insanların
ne denli bencil ve acımasız olabileceğini de bizlere bir kez daha hatırlattı.
Marketleri yağmalayan, raflarda makarna-tuvalet kağıdı bırakmayan insanlar,
tıka basa stok yaptıkları evlerinde kendi kıçlarını kurtardıkları için memnun
olurken, bu konuda itidalli davranan insanların akıllarına da ‘Acaba ben mi bir
şeyleri yanlış yapıyorum? Bir kıtlık durumunda bu sefer ben aç-muhtaç mı
kalacağım!’ endişesini yerleştirip büyük bir toplumsal huzursuzluk yarattılar.
Ayrıca eczanelere koşup steril maskeleri stoklayanlar,
asıl sağlık görevlilerinin ihtiyacı olan maskeleri piyasada bulunamaz hale
getirip krizin büyümesine faydada bulundular. Bu yağmadan ve üşüşmeden
yararlanmak isteyen çıkarcılar ise üşüşülen malları 3-5 katı fiyata kaktırmaya
başladılar. Bunların hepsi gözümüzün
önünde yaşandı ve medeniyet denilen canavarın aslında canı yandığında can
acıtıcı ısırıklar atacak kadar çok dişi olduğunu gördük…
Bilindik bir durumdu: Çoğunluk bencildir ve sadece
kendi kıçını düşünür. Tamam kıçını düşünür de tüm tuvalet kağıdı reyonlarını boşaltacak
kadar mı? Herkesin aklında aynı soru: Neden tuvalet kağıdı? Konformist hayat müptezeli modern dünya
insanı ne ara yiyecek yemekten önce kuru götünü düşünür oldu? Sanırım
burada sorgulanması gereken, her şeyi elinin altında hazır ve bolca
bulundurabilen günümüz insanının, bir kriz durumunda kolaylıkla önceliklerini
şaşırır hale gelebileceği. Rasyonel düşünememe halini bu kadar belirgin
gösteren bir sosyal deney yapılmamıştır herhalde: Marketlerde birbirlerinin
ellerinden son kalan ruloları kapan insanlar..
Bunda etkili olan elbette psikolojide ‘social proof’
(bir nevi sürü psikolojisi) olarak geçen, ve temelinde insanın evrimsel süreçte
hayatta kalma güdüsüne hitap eden, çoğunluğun haklı olduğu düşüncesine olan
doğal eğilimdir. Social proof, ekonomi balonların, borsa paniğinin, toplu
intiharların, ırkçılığın, her tür cemaat, parti ya da kliğin, holiganizmin,
partizanlığın, faşizmin ya da aklımıza gelebilecek her türlü hastalıklı
kolektif hareketin temelinde yatan güdüdür. İnsan, aklına yatmasa da çoğunluk
ile hareket etmek ister. Ve her ne kadar anlamsız gelse de hayatta kalmak için
çoğunluğun davranışını kopyalar. (1950 yılında Solomon Asch tarafından yapılan
deney, çoğunluğa ayak uydurmak konusunda üzerimizdeki psikolojik baskının ne
kadar yüksek olduğunu ortaya koyan harika bir çalışmadır, ilgilenenler inceleyebilir)
Velhasıl kelam, bu tip kriz durumlarında aklıselim
davranarak içimize sinmediği halde çoğunluğun davranışlarını kopyalama yolundan
kendimizi alıkoyabilmek, birden o meşhur ‘doğamıza’ dönmemek hem kendi
davranışlarımız hem de toplumsal paniği körüklememek adına doğru olacaktır.
Yazar W.Somerset Maugham’ın söylediği gibi, ‘Eğer 50 milyon insan aptalca bir şey söylüyorsa, bu hala aptalcadır!’
Sevgiler,
Mert
*Yararlanılan Kaynaklar:
·
Influence: Science
and Practice – Robert Cialdini
·
The Art of
Thinking Clearly – Rolf Dobelli
·
Körlük –
Jose Saramago
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder