18 Ocak 2013 Cuma

gerilere doğru ilerlerken...


‘Sağlı sollu arkalara doğru ilerlenmesi gereken, tıklım tıklım bir otobüsün içerisindeyim. Muavinimiz, İlyas Salman’a olan benzerliği ile dikkat çekiyor. Ancak dikkat çekmek için çok soğuk ve çok erken... Soğuktan burnumuza kadar çektiğimiz paltolarımız ve yer çekimine yenik düşen göz kapaklarımızla, dikkatinin bir yöne toplanması oldukça zor bir topluluğuz. Otobüs camiasında artık İlyas Salman’a benzerliği ile anılmak istemeyen muavinimiz, bu sefer dikkatimizi düzenli haykırışlarla çekmeyi başarıyor:

‘ Evet, gerilere dogru sağlı sollu ilerleyelim efenim; hadi amca, bah arhanda yer var daaa’
 
Kriptolu şivesinden, söylediklerini anlamak oldukça güç.  İpuçlarını takip ederek bize ne anlatmak istediğini anlayan azınlıktayım. Bu sefer de kavram kargaşası kafamı kurcalıyor:
‘Bir yere sağlı sollu ilerlemek, paytaklık emaresi midir? Bizden mi, yoksa bir otobüs dolusu penguenden mi bahsediyor?

Gerilere doğru ilerlemek kavramı ile relativitenin sınırlarını zorlayan İlyas Bey, mevzubahis amcanın arkasında kimsenin göremediği bir boşluktan bahsederken, uzay zaman kırılımına, kara deliklere atıfta mı bulunuyor? Yoksa İlyas Bey, bağır-çağır bilet kesen bir muavinin ötesinde, fiziğin kanunlarını yeniden yazmaya hevesli bir romantik mi? Yoksa bu pasaklılığının ve kaba saba duruşunun altında, muavinlikten sıtkı sıyrılmış, dünyevi hayata, o bayramlık yüzünü bile yıkamadan her gün aynı kırık beyaz gömleği giyecek kadar sırtını dönmüş bir memurun acizliğinden ziyade, bilim aşığı bir dâhinin salaşlığı mı yatıyor?


Üşümüş kafalarımız, bu tip absürd sorularla dolu, arkalara doğru bitmeyen ilerlememizi sürdürüyoruz. Gandhi’nin Tuz Yürüyüşü gibi çileli ve uzun bir yolculuk bu. Talimatlara uymak ile körük civarlarında beliren pasif direnişe katılmak arasında gel git yaşıyoruz. Otobüste bir devrim yapılacaksa, bize liderlik edecek bir Gandhi’ye ihtiyaç duyduğumuz aşikar. Bunu bireysel ve şuursuz hareketlerimiz ile çok belli ediyoruz.

Gandhi’yi beklerken Hitler’e tutuluyoruz. Führer’imiz İlyas Bey, sarı dişli geniş ağzından dökülen anlamsız kelimeler ve bilet karası işaret parmağı ile arkalarda yer olduğunu ısrarla tekrarlıyor. Arkalarda hummalı bir yer arayışı içine giriyoruz. Sıkışıp, son nefesimizi verebileceğimiz huzurlu bir yer…

Bedenlerimizi birbirlerine yapıştırarak, giderek ezilen etlerimizle açılan boşlukları dolduruyoruz. O boşluklar hiç bitmiyor. Tıkanır gibi olduğumuz yerlerde, şoförün ani ivmelenmesi ile arkalarda biraz daha birikerek önlerde hava kabarcıkları oluşturuyoruz.

Her durakta, kendi rekorumuzu egale ettiğimiz bir Guinness mücadelesi içindeyiz.  Pencereden dışarı bakabilen şanslı grup, duraktan otobüse binmeye çalışan kalabalığı, ‘bu sefer olmaz’ yanılgılarıyla izliyor. Her seferinde oluyor. Binene kıyasla inenimiz ihmal edilebilir oranda. İhmal kurbanı inenler, daha ziyade, kapının açılması ile dışarıya dökülenler…


 ‘Ah o gomünüstler!..’ diye düşünüyorum. Otobüste düşünce balonuma  bile yer yok.

‘Ah o zamanında her yeri delip geçen, altlarına inanılması güç bir ulaşım ağı kuran ahlaksız gomünistler!…’

Kızgınlığım çok sürmüyor. Her özverinin bir mükafatı olduğunu düşünüp rahatlıyorum:

‘Neyse canım, onlar gibi olacağımıza, böyle eşya gibi, hayvan gibi taşınırız daha iyi. Hem taa 50’lerde koca koca Amerikalı uzmanlar gelip, Türkiye için en uygun ulaşım yolunun karayolu olduğunu belirtmişler. Yalan söyleyecek değiller ya!  Adamlar hem uzman, hem Amerikalı. Elbette vardır bir bildikleri. Hibe edilen ulaşım araçları olsun, teşvik edilen karayolları inşası olsun, köylüye ucuza verilen traktörler olsun, bin çeşit yardımda bulundu Marshall Amcalar...

Tamam, sonraları astarı belki yüzüyle kıyaslanmayacak masraflarla ve borçlarla baş başa bıraktılar bizi, ama o kadar da olacak. Geliştik, büyüdük nihayetinde. Benim anlamadığım kendilerine ne ara döşediler o rayları? Neyse canıım, bize döşemediler ya! Ne döşediler, ne döşettiler! Baba, oğluna yapmaz bu kıyağı… Büyüklerimiz sağ olsun (gerçi şimdi düşününce, onu da asmışız, sağlık dilemek yersiz oldu) o dönem gomünist işi olan demiryolu illetinden ucuz kurtulduk ya… ‘

Birinin dürtmesiyle sıçrıyorum. Bedenini kalabalıklar içinde göremediğim bir el, bana bozuk para uzatıyor. Sanırım İlyas Bey’e yan masadan gönderdiler. İletip, tekrardan düşüncelere dalıyorum…

‘E tabi şimdi dönem değişti. Artık öyle tehlikeler de olmadığına göre, yavaş yavaş, kıra döke yaparız metro hatlarımızı…’

‘Zaten metromuz açılacak! 10 sene bekledik, bir 10 daha bekledik miydi, bu iş tamam’ diye düşünüp, keyifleniyorum. Sabır, bu ülkede hayatta kalmak için en gerekli kavram. O sırada bitmek bilmeyen metro inşaatının daraltıp tek şeride indirdiği yolda sıkışıp kalıyoruz. Toplu ulaşım çözümlerinin, senelerce ulaşımın bizzat kendisini aksattığı paradokslar ülkesinde bir otobüste kaderimizi bekliyoruz.

‘Ama az daha sabır… Muasır medeniyetler seviyesine çıkmamıza az kaldı. Şu köşeyi de döndük müydü…’

İlyas Bey, sanki bu sefer sadece otobüste yer açmak için değil, tüm memleketin durumunu izah etmek için bağırıyor:

‘Gerilere doğru ilerleyelim efenim…’

Sevgiler

Mert




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder