23 Ağustos 2013 Cuma

gaipten sohbetler #1...


Bir düşünsene Saki, şu anda kim bilir kaç kişi karısına ya da kocasına bakıp, iç geçirerek “Nasıl oldu da bu hale geldik? Bu kadın / bu adam, benim bir zamanlar uğruna hayallerimden vazgeçtiğim kişi mi gerçekten? Nerede yanlış yaptım? ” diye düşünüyordur acaba…
Ilımış birasından büyükçe bir yudum alan Saki, baygın gözlerini Melun’a devirip, ‘Oğlum hastasın sen.’ dedi, ‘Normal olsan, “acaba şu anda kaç kişi sevişiyordur?” diye düşünürdün…
Normalden ve normal olarak dayatılandan hiç haz etmeyen Melun, Saki’nin bu tespitini ince bir tebessümle karşılayıp, yaslandığı ağaç gövdesinden doğruldu:
‘Hasta ben değilim Saki, hasta onlar! ‘
‘Şu anda kafalarındaki kaygılardan ve hayatlarını esir ettikleri rutinlerden uzak, içlerinden geldiği gibi yaşayabilen yalnızca bir avuç insan var Saki… Yok sayılabilecek bir azınlık. Gün gelip sisteme pes edecek, asimile olup o ezici çoğunluğa karışacak bir azınlık… Ve çoğunluk, şimdi şapkasını önüne koymuş, nerede hata yaptığını düşünüyor. Ömürlerinin sonuna kadar bu tekdüzeliğe nasıl katlanacaklarını sorguluyor… Kendi hayatlarını kendi elleri ile düzene teslim etmek, yok etmek, hepsinin kafasını kemiriyor. “Acaba” diyorlar; “Keşke” diyorlar… ‘Şükür’le uyuşup, belki biraz rahatlıyorlar. Ama kafalarındaki kurt huzur vermiyor. Ve unutma Saki, çoğunluk önemlidir. Çünkü çoğunluk, genel anlamda yanılgıdır, hatadır. Ve ne yazık ki eğitimsiz çoğunluğun hükmettiği demokrasilerde insanları bu yanılgılar, hatalar yönetir, yönlendirir! Tüm düzen bu yanılgılar üzerinde kurulur, şekillenir. Esas yardıma muhtaç olan, değişmesi gereken çoğunluktur! Bırak da çoğunluk üzerine yorayım şu koca kafamı…‘
Melun, gökyüzünü yorgan misali örten gecenin çivite çalan karanlığında, elindeki bira şişesini zafer edasıyla yıldızsız gökyüzüne kaldırdı ve sesini kalınlaştırarak,
‘Ayrıca elbette hastayım! Ve ben, bu hastalığın hastasıyım!’
Pek sık uğradıkları tepedeki parkın kırpıla kırpıla bir avuç kalmış nemli çimlerinde oturup, ışıkları yanan binalara karşı biralarını yudumluyorlardı. Geç gelmiş ilkbaharın akşamüstü serinliği ürpertiyordu içlerini. Batmakta direnen Güneş, sonunda pes etmiş, hava kararmış, çirkin beton binaların ışıkları bir bir yanmaya başlamıştı. Seviyorlardı bu manzarayı. Saki bir keresinde ‘Bu boktan binaları bu boktan tepeden izlemek, ne kadar boktan bir hayatımız olduğunu ve bu boktan hayatta yalnız olmadığımızı hatırlatıyor bana’ demişti. Melun sırıtarak eklemişti: ‘Şu boktan hayatta yalnız bile olamadığımızı…
Kısa süren sessizliği bozan Saki oldu,
‘Neden azınlıkları düşünüp mutlu olmayız ki? Eminim hayatının değerini bilen, onu sorgulayan kişiler de vardır kıyıda köşede… Hem ayrıca bundan hür iradeyi ve bireyin kendi yaşamını seçebilme hakkını savunan bizlere ne? Herkes seçtiği hayatı yaşar, bu kadar basit işte!’
‘Mutlu olmak istediğimi de nereden çıkardın Saki? Ben mutsuzluklarımla mutluyum! Rutinlere, yozluklara sırtımı dönerken duyduğum acıdır hayattan aldığım haz! Yalnız ve yabancı… Tam da olmak istediğim gibi..’
‘Haydiii! Hiç kimse kronik yalnızlıktan ya da sürekli yabancılık duygusundan keyif almaz Melun! Ne zaman böyle oldun?’
‘Ne zaman nasıl oldum?’
‘Böyle işte… Yabancı…’
‘Bilmem. Belki çok uzun zaman önceydi. Sanki hep böyleymişim gibi geliyor ama elbette vardır bir zamanı…’
‘Ne zaman işte?’
‘Bilmiyorum… Babam öldüğünde hissetmiştim ilk herhalde. Daha çocuktum. Eve korkunç bir buhran çökmüştü. Kesif bir limon kolonyası kokusu hatırlıyorum. Ve bununla sürekli bilekleri ovulan perişan annemi… O gün bugündür, nefret ederim o boktan kolonyalardan. İnsanın ten kokusunun üzerini örtüyorlar… Herkes aynı kokuyordu, annem bile… Annem hele… Tuhaftı. Gerçekten tuhaftı. Eve sürekli birileri gelip, annemin acısına acı katıyordu. Belki insani görevlerini yapıyorlardı ve elbette iyi niyetliydiler; ancak bu gibi durumlarda insanın yalnız kalma ihtiyacının olabileceği hiç kimsenin aklına gelmiyordu. Bana acıyan gözlerle bakıyor, iç geçiriyorlardı. İçim bomboştu. Babamın ölümünden ziyade evdeki bu hava beni bunaltıyordu. Donuklaşmıştım. Herkes hıçkıra hıçkıra ağlarken, gözümden tek damla yaş gelmiyordu. Hatta ağlamak, üzüldüğümü belli etmek için kendimi zorladığımı, çocuk aklımla etimi bile çimdiklediğimi hatırlıyorum. Belki de ilk kez o zaman hissetmiştim yabancılaştığımı. Hüngür hüngür ağlayan zavallı annemden bile…’
‘Kendini dışarıda mı hissetmiştin?’
‘Evet! Sanki oraya ait değilmişim gibiydi. Babamı bir daha göremeyecek olmam beni derinden sarsıyor, üzüyordu. Ancak üzüntümü onlar gibi gösteremiyordum. Dışarıdaydım. Ölümü algılamaya çalışıyordum. Hepimizin başına geleceğinden emin olduğumuz, ama birimizin başına geldiğinde doğaüstü bir durummuş gibi yıkılıp, dövündüğümüz bu tuhaf kavramı… Yıllar sonra Camus’nün satırları imdadıma yetişmişti. Ne diyordu: “İnsanlar, gösterdiğiniz nedenlere, içtenliğinize ve acılarınızın ağırlığına ancak siz öldüğünüzde inanırlar!” Çok doğru. Belki ölenin ardındaki tüm yakınmalarımız, onu hayatta iken tam değerlendirmediğimiz ve bir daha değerlendiremeyecek olduğumuzu bilmemizden kaynaklı…’
‘Ölüm tuhaf mesele Melun. Bir bilinmeze çekip gitmek, arkanda tüm bilinenleri bırakarak… Onsuz olmayacağı kesin. Voltaire’in dediği gibi, ölüm olmasaydı da onu bir şekilde icat etmek zorunda kalacaktık ’
‘Elbette! Ancak ölecek olmanın bilincindeki bu insanlar, nasıl oluyor da kendilerini bu duyarsız, algısız, solgun düzene koşulsuz şartsız teslim ediyorlar? Sınırlı olan her şey sınırlılığı oranında kıymetli değil midir Saki? İnsanlar zamanlarının sınırlı olduğu gerçeğini nasıl görmezden gelirler? Ne amaçla burada olduklarını niye sorgulamazlar?’
‘Herkesin filozof olmasını mı bekliyorsun? Peh!’
‘Filozof olmasalar bile, keşfetme, merak etme, sorgulama dürtülerini yitirmemelerinden bahsediyorum Saki. İnsan keşfetmek için gelir bu hayata. Temel dürtümüz bu değil mi? Üremek ve keşfetmek… Üremek hayvani, keşfetmek insani yanımız değil mi? ’
‘Keşifler yapılmıyor mu dersin? İnsanoğlunun geldiği noktayı görmüyor musun? Ya teknolojideki akıl almaz ilerlemeyi?’
‘Sen bunu keşif olarak mı algılıyorsun? Ben hayatı keşfetmekten bahsediyorum dostum. Kaldı ki o bahsettiğin teknolojik gelişmelerin toplumsal sonucu, şu yakındığım uyuşukluğun başlıca nedeni.’
‘Amaç mutlu olmak değil mi? Peki bu icatlar sence de insanları daha mutlu kılmıyor mu?’
‘Hayır elbette! Tam bir deli saçması! Sen bu yüzyılın insanının daha mutlu olduğunu mu düşünüyorsun?’
‘…Bilmem. Sanki hayat daha rahat bir hal aldı be abi…’
‘Bilim, artık yalnızca basit insanların hayatlarını biraz daha basitleştirmek ve onları bu kolaylıkların esiri yapmak adına işler oldu Saki. Teknolojik kolaylıklar hiçbir insanı gerçekten mutlu etmedi. Allah aşkına bilimin amacı nedir? Uzay mekiği yapmanın, aya çıkmanın, parçacıkları çarpıştırarak yeni elementler keşfetmenin nihai amacı ne?’
‘Elbette hayatımızı daha kaliteli hale getirmek…’
‘Hmm, kısmen… Bence ilerleyen teknolojinin samimi olmayan, ikiyüzlü bahanesidir bu dediğin. Şöyle bir bakalım: Donmuş köftemizi hemen çözmek, mısırımızı bir an evvel patlatmak ve zamandan tasarruf edebilmek için iyonlaşmamış radyasyon bilimi üzerine çalışıldı. Kanser hastalarını senelerce daha yaşatabilmek için uzun uzun hücre yapıları incelendi, eroin bağımlıları hayata tutunabilsinler diye T hücreleri araştırıldı, bir yerden bir yere giderken o koca götümüz rahat etsin diye sürekli daha konforlu araçlar için mühendisliğin sınırları zorlandı...’
‘Yani..?’
‘Yani, bilim, genel olarak, yetersiz, sıradan ve hastalıklı insanların hayatlarını kolaylaştırmak adına zeki insanların karmaşık konularla mücadele etmesi halini aldı. Tüm bilim insanları, mühendisler, fizikçiler bizim o kıllı götümüz rahat etsin diye kafalarındaki saçlardan oldular. Böylelikle hemen hepimiz için bilim, kullandığımız bir şey halini aldı. Dümdüz bir çıkarımda bulunursak pek tabii bilimin dünyayı daha iyi bir yer haline getirdiği sonucuna varabiliriz.’
‘Pek tabii…’
‘Ancak kullanırken bir yandan da tükettiğimiz bir kavram oldu bilim Saki. Tıpkı 1 çift spor ayakkabının bize asla yetmemesi gibi… Yani durum pratikte farklı bir boyut kazandı… Bilimin bize sunduğu her yeniliği çabucak benimseyip bir müddet sonra kanıksar hale geldik.’
‘Nasıl yani? Bunda kötü olan ne ki?’
‘Yani sunulan her yenilik biraz da konfora ve tüketime düşkün insan doğası gereği, şaşırtıcı bir hızla hayatımızın olmazsa olmazlarından biri haline geliverdi.’
‘E Bunun neresi yanlış?’
‘Siyah veya beyazlardan bahsetmiyorum Saki. Burada tamamen yanlış veya tamamen doğru yok. Ancak nasıl ki 70 yaşındaki bir adam için ‘internet’ bir nevi mucize, algılanması mümkün olmayan bir buluşsa, 15 yaşındaki bir genç için onsuz bir hayat zaten hiç olmamıştır ve internetin olmadığı bir dönemi hayal dahi edemiyordur. Tıpkı kendimiz o dönemleri bizzat yaşamamıza rağmen, cep telefonsuz bir hayatın nasıl bir şey olduğunu artık gözümüzde canlandıramayışımız gibi.’
‘Sadet?’
Demem o ki, insanlar sona eren, yani sınırlı hayatlar yaşadıkları için, teknolojik ilerlemeler, onu devralan nesillerin gözünde hemen sıradan bir hal alır. Herhangi bir ilerleme, yalnızca o dönemde yaşayan insanlar tarafından coşkuyla karşılanır, takdir edilir…’
‘Ancak ilerleme, ilerlemedir. Yani eminim sen de yüzyıllar önceki zorlu hayat ile yaşadığımız şu hayatı kıyasladığında aradaki ilerlemenin muazzam olduğunu kabul ediyorsundur.’
‘İlerleme konusunda elbette hemfikiriz dostum. İnsanoğlu, özellikle son yıllardaki akıl almaz teknolojik ilerlemeler ile daima sınırları zorladı. Ancak ilerleme ile mutluluğu birbiri ile eş tutmaya karşıyım ben. Bilimin hayatımızı daha iyi hale getirdiği fikri, kısa süreli bir yanılgıdır sadece. Gelişen teknolojinin getirdiği yenilikler, olmasa eksikliğini duymayacağımız yeniliklerdir. 16.yy. insanlarının, günümüz insanından daha mutsuz olduğuna dair bir kanıt yok. Tıpkı 26.yy. insanlarının senden benden daha mutlu olacağının kanıtı olamayacağı gibi. Hatta basitlik diye sunulan bu karmaşıklığın bizleri geçmişe oranla daha mutsuz, en azından daha hissiz ve düz insanlar haline getirdiğini de söyleyebilirim…’
‘Bak orada sana katılıyorum işte. Hepimizi ekran bağımlısı duygusuz köleler haline getirdiler. Mesela şu anda bu tepede oturup seninle sohbet etmek yerine evime geniş ekran bir televizyon alıp, karşısına kurulup içi boş aptal programlarla ruhumu öldürmeyi seçebilirdim…’
‘Evet! Seçmek! Keşke hepimiz seçmek gibi bir ayrıcalığımız olduğunun farkına varabilsek! Keşke çoğunluğun yaptığı ne ise onu yapmanın doğru olacağı düşüncesini o ilkel ve dogmalarla tıka basa dolmuş kafalarımızdan silkinip atabilsek! Keşke hepimiz, kendimizi dışarı etmenlerden bağımsız olarak seçimlerini yaşama ayrıcalığına ve hakkına sahip bir birey olarak görebilsek! Ah, Saki… Eğitim! Ne önemli şey kendini geliştirmek!’
‘Bana eğitimden bahsetme ne olur!.. Yıkadılar o minicik beyinlerimizi türlü saçmalıklarla senelerce…’
‘Eğitimden kastımın okul eğitimi olmadığını anlamışsındır umarım. Yoksa ne eğitimli insanlar var kafası kumda götü açıkta gezen!’
‘Ha ha ha! Buna içerim işte!’
‘İçelim Saki. Aklın, gerçeğin, bilimin şerefine!’
Sevgiler
Mert

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder